düşlediğim hayat bana düşündürülenden daha başka bir hayat. bütün master, burs, not ortalaması, iş imkanları, başlı başına çalıştığım iş, ödevler, paperlar, makaleler, okumalar, yazmalar, şunlar bunlar hepsi elimin tersine bakıyor. hepsini itip bambaşka bir şeyler yaşayabilirim. doğduğum andan itibaren bana aşılanan ve dikte edilen her duygu ve düşünceyi boşverebilirim, vermek istiyorum. hayal ettiğim şey çok başka. öylesi daha iyi olacak diyemiyorum, bilmiyorum ama mesela ben hayal ettiğim gibi yaşayamayacağımı biliyorum. sanırım "fak dı sistım" tam olarak burada söylenmesi gereken bir öbek. evet, fak dı sistım.
mesela ne istediğimi buraya yazsam bana şımarık derler. yazmam. söylemem de.
ama şu var; sonsuza kadar sadece kendi gönlümü yapmak için uğraşmak isterim.
düşündüm de, hayatımda en mutlu olduğum anlardan bir tanesi, barselona' da kaybolduğum zamandı. nasılolsa kayboldum diye her ara sokağa korkusuzca girip çıktığım ve kendi kendime yolumu öğrendiğim zamandı. birisiyle tanışmak da böyle bir şey olmalı ve işte tam olarak burada eksik bir şeyler var. ama neyin eksik olduğunu bilmiyorum. bu yüzden de bir yerlerde kaybolsam hiç de fena olmaz diye düşünüyorum.
20 Kasım 2010 Cumartesi
12 Kasım 2010 Cuma
bir şeyler oldu.
onun da başka bir hayatı olabileceğini kabul ettiğin zaman büyümüş olacaksın dedi.
o kadar çok düşündüm ki bu söylediğini... Bir sonraki görüşmemizde, ee bir gelişme var mı, anlat bakalım, başka hayatlara da saygı duyman gerektiğin hakkında düşündün mü? dedi.
Düşündüm. Onun benden başka bir hayatı olabileceğini kabullenmek yerine, benim başka bir hayatım olduğunu farkettim.
Büyümekle ilgili bir şey söylemedi.Peki büyümüş müyüm diye de sormadım. Parasını verip çıktım.
o kadar çok düşündüm ki bu söylediğini... Bir sonraki görüşmemizde, ee bir gelişme var mı, anlat bakalım, başka hayatlara da saygı duyman gerektiğin hakkında düşündün mü? dedi.
Düşündüm. Onun benden başka bir hayatı olabileceğini kabullenmek yerine, benim başka bir hayatım olduğunu farkettim.
Büyümekle ilgili bir şey söylemedi.Peki büyümüş müyüm diye de sormadım. Parasını verip çıktım.
6 Kasım 2010 Cumartesi
2 Kasım 2010 Salı
imdat
dinle dostum,
21 yaşındayım. 1 aydır sürekli aynı giysiyi giyiyorum. Okulun ilk günü ne giydiğimi hatırlamak için şu anda ne giydiğime bakmam yeterli. Her haftasonu alışveriş yapmama rağmen, "giyinmem gerektiğinde", yatağımın ya da koltuğun üstüne attığım gri, bana 2 beden büyük "the doors" tişörtümü elime alıyorum. üstelik the doors hayranı değilim. sadece iki üç şarkısını biliyorum. bu tişörtü neden aldığımı da hatırlamıyorum hatta almamış bile olabilirim. çünkü oda askısına baktığımda bana ait olmayan bir sürü sweatshit dediğimiz giysilerden var. her gittiğim odada üşüyüp, üstüme bir şey giyip, odaya kaçıyorum. böylece bir sürü giysim oluyor giymediğim. bugün onları shaiplerine geri vericem. belki de geri satarım, bilmiyorum. dün, şeker komasına girmediğim için çok şanslıyım. hayatımın hiçbir gününde, hiçbir şeker bayramında bile yemediğim kadar şekerli şey yedim. dominostan söylediğimiz cheesy breadleri çikolata sosuna batırıp yerken hatırlıyorum kendimi. sabah kalktığımda the doors tişörtümün üstündeki çikolata sosu lekeleri ve boynumu kaplayan kurumuş çikolata da bunun bir kanıtı. peki nasıl temizlendim? kendimi yaladım. ellerime baktığımda, ojelerimi en son ne zaman sürdüğümü hatırlamadığımı farkettim. ama ne zaman sürdüğümü hatırlatacak bazı şeyler de yok değil, mesela sağ başparmağımın tırnağındaki oje gerçekten yok gibi. hayatta saç kılından daha çok iğrendiğim bir şey varsa, o da deforme ojedir. yani öyleydi. şu an ben deforme olmuş ojelere sahip bir kızım.
dip boyam o kadar geldi ki, kuaföre dip boyaya gitsem, normal saç boyama parası alırlar. dibi, bildiğin saç oldu. uzun mu uzun. bunu da geçiyoruz.
Çarşamba gününe çok sevdiğim bir adamla ilgili bir paper yazmam gerek. Yılmaz Güney. evet yazıyorum da, hem de aşırı hoşuma gidiyor ama her cümlede bir buzdolabından diyet kola alıp bir sigara daha yakıyorum. İşim çok uzun sürecek gibi.
Aldığım ilaçların etkisiyle dün gece 11 buçuk saat uyuduğum gerçeğiyle karşı karşıya kaldım az önce. bu beni derinden sarstı. çok uyudum. iyi ki çikolata kusmadım.
Ayrıca dün gece ben uyurken facebook statüsümün güncellendiğini sabah farketttim. Yani şifrem insanların elinde dolaşıyor ama pek de umrumda değil galiba. Şakacı arkadaşlarım var diyip güldüm. hehe. hiç komik değil aslında.
4 adet diyet kutu kola ve iki paket sigara istedim yemekçiden, getirdi sağolsun. siparişimi almaya, güllü dallı pijamam ve the doors tişörtümle gittim. saçlarım gerçekten fel fecir okuyordu.
sanırım derse de aynı kostümle gideceğim. neden böyle olduğum hakkında hiçbir fikrim yok.
laptopumun ekranı gidip gelmese bir de, hayatım bayram olacak sadece sahip olduklarımla. canım sigaram, canım kolam, canım laptopum. sizi çok seviyorum ama;
bak arkadaşım.
olmuyor böyle.
ve anne, blogumun sıkı takipçisi olduğunu bildiğim için bunu sana yazıyorum; bu sefer bu yazdığım yüzde yüz gerçek. (eğer merak ediyorsan diye)
21 yaşındayım. 1 aydır sürekli aynı giysiyi giyiyorum. Okulun ilk günü ne giydiğimi hatırlamak için şu anda ne giydiğime bakmam yeterli. Her haftasonu alışveriş yapmama rağmen, "giyinmem gerektiğinde", yatağımın ya da koltuğun üstüne attığım gri, bana 2 beden büyük "the doors" tişörtümü elime alıyorum. üstelik the doors hayranı değilim. sadece iki üç şarkısını biliyorum. bu tişörtü neden aldığımı da hatırlamıyorum hatta almamış bile olabilirim. çünkü oda askısına baktığımda bana ait olmayan bir sürü sweatshit dediğimiz giysilerden var. her gittiğim odada üşüyüp, üstüme bir şey giyip, odaya kaçıyorum. böylece bir sürü giysim oluyor giymediğim. bugün onları shaiplerine geri vericem. belki de geri satarım, bilmiyorum. dün, şeker komasına girmediğim için çok şanslıyım. hayatımın hiçbir gününde, hiçbir şeker bayramında bile yemediğim kadar şekerli şey yedim. dominostan söylediğimiz cheesy breadleri çikolata sosuna batırıp yerken hatırlıyorum kendimi. sabah kalktığımda the doors tişörtümün üstündeki çikolata sosu lekeleri ve boynumu kaplayan kurumuş çikolata da bunun bir kanıtı. peki nasıl temizlendim? kendimi yaladım. ellerime baktığımda, ojelerimi en son ne zaman sürdüğümü hatırlamadığımı farkettim. ama ne zaman sürdüğümü hatırlatacak bazı şeyler de yok değil, mesela sağ başparmağımın tırnağındaki oje gerçekten yok gibi. hayatta saç kılından daha çok iğrendiğim bir şey varsa, o da deforme ojedir. yani öyleydi. şu an ben deforme olmuş ojelere sahip bir kızım.
dip boyam o kadar geldi ki, kuaföre dip boyaya gitsem, normal saç boyama parası alırlar. dibi, bildiğin saç oldu. uzun mu uzun. bunu da geçiyoruz.
Çarşamba gününe çok sevdiğim bir adamla ilgili bir paper yazmam gerek. Yılmaz Güney. evet yazıyorum da, hem de aşırı hoşuma gidiyor ama her cümlede bir buzdolabından diyet kola alıp bir sigara daha yakıyorum. İşim çok uzun sürecek gibi.
Aldığım ilaçların etkisiyle dün gece 11 buçuk saat uyuduğum gerçeğiyle karşı karşıya kaldım az önce. bu beni derinden sarstı. çok uyudum. iyi ki çikolata kusmadım.
Ayrıca dün gece ben uyurken facebook statüsümün güncellendiğini sabah farketttim. Yani şifrem insanların elinde dolaşıyor ama pek de umrumda değil galiba. Şakacı arkadaşlarım var diyip güldüm. hehe. hiç komik değil aslında.
4 adet diyet kutu kola ve iki paket sigara istedim yemekçiden, getirdi sağolsun. siparişimi almaya, güllü dallı pijamam ve the doors tişörtümle gittim. saçlarım gerçekten fel fecir okuyordu.
sanırım derse de aynı kostümle gideceğim. neden böyle olduğum hakkında hiçbir fikrim yok.
laptopumun ekranı gidip gelmese bir de, hayatım bayram olacak sadece sahip olduklarımla. canım sigaram, canım kolam, canım laptopum. sizi çok seviyorum ama;
bak arkadaşım.
olmuyor böyle.
ve anne, blogumun sıkı takipçisi olduğunu bildiğim için bunu sana yazıyorum; bu sefer bu yazdığım yüzde yüz gerçek. (eğer merak ediyorsan diye)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)