29 Temmuz 2010 Perşembe

biraz

bronz tenim ve bir kaç kum tanesi dışında son 10 günüme dair hiçbir şey getiremedim buralara.

gökyüzü çok güzeldi çamlıkta. hamakta uyuyakaldığım 20 dakikada 30 rüya gördüm. geceleri korktum sigarayı söndürürken yakarım oraları diye.ondan hep elimde bir su şişesiyle gittim. gökyüzü geceleri ne kadar da güzelmiş orda. ne kadar?

her gece aynı saatte değişen bakışlar, uzun nefesler. sonra gökyüzü yeterince parlakken hamakta, çam ağaçlarının arasından gökyüzünü izlemek ve gercekten her gece içimden "deniz ve mehtap sordular seni neredesiiin?" şarkısını söylettiren deniz ve mehtap. plastik sandalyeli diskotekte -hayır, diskotekler çılgın bedişle birlikte bitmedi- ankara havası ya da apaçi yaz şarkısı çalarken kendimi pistin ortasında şaşkın bakışların hedefi olarak gördüğümde bile utanamıyordum.
topuklular canımı cok sıkınca çıkarıp, elime alıp devam etmek pek de acayip kaçmıyordu.

93 doğumlu çocuklarla iskelede bağdaş kurup çekirdek çitlemek aslında pek de keyifliydi. beni pek anlamadılar ama kovmadılar da. iyiydik yani.

ne bileyim yanlış odanın kilidine anahtar sokup açmaya çalışmak çok da anlaşılmaz olmamalı tüm bunlardan sonra.

16 Temmuz 2010 Cuma

hiçbir şey üzerine

o kadar düz bir hayatım var ki, bu beni çok mutlu ediyor. ne bir derdim ne de bir tasam var. hiçbir şey yapmayınca ve insanlarla mesafeyi korudukça sorundan ve sıkıntıdan da uzaklaşıyorsunuz. şu an yurttayım, odamda. kimse yok. az önce en sevdiğim yiyeceklerden biri olan zeytinyağlı ve kekikli domates salatası yedim ve üzerine de 2. sigaramı yaktım. 2 saat sonra derse gideceğim ve 2 saat içinde de ders için yarım kalan okumalarımı tamamlayacağım. sonra eve gidip valizimi hazırlayıp, ailemle 10 günlük bir tatile çıkacağım. sonra gelip yaz okuluna devam edeceğim.

önceden beri tanıdığım insanlarla ve önceden de sık sık gittiğim mekanlarda saatlerce oturmaktan keyif alıyorum. ayrıca dün o kadar keyiflendim ki nargile bile içtim.sonra uğura gittim, film izleyip çok güldük. sonra da o kendi yatağına yattı ben de kendi, konforlu kanepeme yattım. çok sıcaktı. 45 dakika uyku öncesi muhabbet ettik. uykum kaçtı. sonra müzik dinleyerek uyuyayım bari dedim. en sevdiğim şarkı çalarken, şarj bitti ama sıkıntı etmedim. sabah kalktım, mihrimah sultanda tuvalete girdim ve kendime bir çay ısmarlattım. daha sonra da şatıla binip okula geldim. her şey çok güzel. düzlüğü çok seviyorum. her şey kusursuz. inşallah hayatıma cebren ve hile ile birileri girmeye çalışmaz. çok üzülürüm bu naif düzenim bozulursa... bozulmasın.




15 Temmuz 2010 Perşembe

geçen gün ve elitisizm.

geçen gün ablamla ayıptır söylemesi çok elit bir mekanda çok elit bir şekilde çok elit yemek yiyorduk. ben en elit bulduğum salatayı istedim ve elit bir salata geldi. renkli biberleri olsun, kuru domatesi olsun, efendime söyliyim balzamik sosu haşlanmış nohutu filan derken bir elit gibi hepsini bitirmeden doydum ve garsondan servisimi almasını istedim. haliyle o da son derece elit bir şekilde aldı ve daha sonra en elit halime " lavabo ne tarafta acaba? " diye sordum.(lavaboya sıçacağım çünkü) işimi halledip çıktım ve varoş sigaramı yaktım. yanımızdaki masaya elit bir çift oturdu. elit kadının teni çok güzeldi. gerçek bir çikolata bayandı. elit adam da fena değildi. biraz elit muhabbetlerini dinledim. bu elit muhabbet sürekli olarak elit kadının elit telefonunun çalmasıyla bölünüyordu. elit kadının bir televizyoncu olduğu konuşmalarından belliydi. telefondakine elit direktifler veriyordu. ve elit kadın şöyle dedi;

-ha o araya cennet' i koy cennet'i. onu her yere koyabiliyoruz!

elit telefonunu kapayıp, masaya bırakmasıyla telefonun yeniden çalması bir oldu;

-cennet mahallesini koyacaksınız o ara
-(karşı taraf bir şey diyor)
-tamam işte arka arkaya iki bölüm cennet mahallesi koyulacak o araya!

dedi ve telefonu kapadı...

yazın televizyonu her açtığımda karşıma çıkan güzide dizi cennet mahallesi' ni yapacak hiçbir şeyim olmadığı vakitlerde kesinlikle izliyordum ve yine kesinlikle bir bölümün bitip diğer bölüme geçildiğini anlamıyordum. "şu dizi bitsin kalkıp, faideli bir şeyler yapacağım" sözü hep erteleniyordu 4 saat süren bölümler sonucu. 4 saat beni çok yoruyordu ve faideli bir şey yapmaya gücüm yetmiyordu...

ve ben, beni televizyon karşısındaki kanepeye uzun oturuş pozisyonunda 4 saat boyunca kitleyen, yemeden içmeden kestiren, sosyal hayatımı baltalayan, yaz tatillerimin katilini bulmuştum. işte tam yanımdaki masada oturuyordu...

arka arkaya 2 bölüm cennet koyun!
arka arkaya 2 bölüm cennet koyun!
arka arkaya 2 bölüm cennet koyun!
arka arkaya 2 bölüm cennet koyun!
arka arkaya 2 bölüm cennet koyun!
arka arkaya 2 bölüm cennet koyun!

çok gerildim. kadına baktım. ona bir şeyler söylemek istedim. bu yaptığın insanlığa sığar mı demek istedim, ben senin yüzünden mal gibi bi insan oldum demek istedim, şimdi bana kaybolan saatlerimi verebilir misin demek istedim, ben ve benim gibi genç dimağları nasıl körelttiğinin farkında mısın demek istedim ama kalkmamız gerekiyordu. ve elit olduğum için elitçe içime attım her şeyi. daha sonra hesabımızı ödedik ve elitist bir tavırla oradan ayrıldık.

elit olmak gerçekten çok zor. ÇOK!

3 Temmuz 2010 Cumartesi

hay allah

sanırım okul yaşantımda bambaşka bir insanım. eve geleli 3 hafta oldu. valizimi boşaltıp kaldırmadım bile. çünkü bugün yine topladım. yarın okula gidicem. evimde misafir hayatı yaşadım. batak filan oynamaya da çıkmadım siteye hiç yani. çok ilginç. aslında bütün sene batak dostlarımı aramadım eve pek gelmediğim için. şimdi de aramaya utandım. utandıkça aramadım. odamın camından lokal gözüküyor, batak oynadığımız yer. geceleri bakıyorum camdan, oynuyor onlar. ben kötürüm bir çocukmuşçasına, penceremin önüne bir koltuk çektim, orayı izliyorum. keşke beni de çağırsalar, yani yancı olsam bile olur. kaş göz yapıp gruptan biraz daha sevdiğim arkadaşıma faideli direktifler veririm, çay, oralet filan içerim diye düşünürken babam karpuz kestim gel diyor ve içeri gidiyorum allah diye.

geçen gün arkadaşım piyanoda, şu anda adını hatırlamadığım, yazın havuzbaşında ve gece klüplerinde çalan bir şarkıyı çalınca çok güldümdü.

ya atatürk havalimanında daha bir tane güzel insan görmedim ben. niye öyle ya? derken aklıma yine o eminönü vapuru geldi. geçen sene sanırım, eminönünden kadıköye geçerken, vapurdaki insanları inceliyordum. etrafta genelde çocuk bebek filan vardı ve hepsi gerçekten çok ama çok çirkindi. ya dedim.biz ne çirkinmişiz ya. şu bebek mesela, bebek olduğu için bile bir sevimliliği olmayan şu bebek, büyüyünce ne gudubet olacak belli değil derken arkamı döndüğümde mavi gözlü ve şaşı başka bir bebek gördüm. ortada koşturan ikiz oğlanlar desen, büyüyünce kesin yamuk kafalı gurbetçi türk olacak. ben gözlerinde o feri gördüm. ben çok güzeldim oysa ki. avrupalı gibi büyütüldüm. türkiye'deki ilk bebek bezini ben taktım, ilk milupayı ben yedim. ilk fotograflarım milyon dolarlar karşılığında mağazin dergilerine satıldı. öyle güzeldim. ondan şu an evde oturup demet akalın ve önder bekensir' in evlilik hayatı programını keyifle izliyorum.

aşk-ı memnu final bölümünü izledikten sonra, eğer bir sevgilim olsaydı, anında sorun çıkarır, olayı da "beni, beni beni, bihterini, ay pardon ezgini" repliğine bağladıktan sonra terkederdim. bir süre of ne kadar havalı terkettim diyip kendimi çok sevdikten sonra da ne kadar gerizekalı olduğumu düşünmeye koyulurdum.muhtemelen.

geçen hafta arkadaşımın evindeydik. televizyonda abd-gana maçı vardı. hepimiz gana milli takımına anında sempati besledik ve ganalı olduk. olay, "emperyalizm bi akıllı olsun" a bağlandı tabi ki. ya bu arada maç o kadar garipti ki. oyunda, sırf amerikalılar olduğu için, bana film izliyomuşum gibi geldi. teknik direktörlerine koç diyolardır mesela. soyunma odasında adam inanılmaz gazlıyo oyuncularını, amerikalı taraftarlar tek yürek olmuş filan. hollywood filmleri dışında, amerikalı bir grup insanın bir şeyler yaptığını daha önce hiç görmemiştim. HEM DE CANLI!! hiç anlatamadığımın farkındayım ama yine de ısrarla anlatmaya devam ediyorum; böyle mesela oyunculardan birini yakın çekimde gösteriyo, bi şey diyo adam. bildiğin amerikan ingilizcesini okuyorum dudaklarından. bir tane diğerlerinden daha havalı bi oyuncu vardı. sanki bu onun başrolünde oynadığı bir filmmiş ve maç bittikten sonra da onun hayatını izlemeye devam edicez. evine gidip seks yapıp içki içicek. ertesi gün antrenmanı var ve koçla araları bozuk, o muhabbetleri izliycez. bunları düşündükçe de gana milli takımına ihanet edip, içimden amerikayı desteklemeye başladım ve bu beni duygusal olarak çok rahatsız etmesine rağmen ve arkadaşlarıma da çok belli etmeden amerika birleşik devletleri futbol takımının taraftarı oldum sinsice. çünkü amerikalı' nın kazanması gerekiyor. çünkü bugüne kadar hep kazandı çünkü filmler.ama hep öyle oluyodu. hani? :( işte yine fiction ve reality arasında sıkıştığım bir anı daha. bu arada bugün ganalı bir futbolcuyu ağlarken görünce duygulandım. aklıma amistad geldi. yine very amerikan, yine öyle. ay çok sıcak oldu. ben gidip bi kola iççem. hadi baay.

1 Temmuz 2010 Perşembe