Ben de hepiniz, ya da daha gerçekçi olmak gerekirse bir çoğumuz gibi Atatürkçü bir sınıf öğretmenine teslim edildim henüz 6 yaşımdayken. Osmanlı İmparatorluğu' nun yüceltildiği, Atatürk'ün tanrısallaştırıldığı, Türkiye Cumhuriyeti' nin eşsizleştirildiği bir eğitim-öğretim hayatı geçirdim. ve evet, yine bir çoğumuz gibi. Dersim Olayı' nı, diktatörlük rejimini, Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin, Musevilerin, Çerkeslerin, Lazların ve diğerlerinin vatanımızı bölmek için var olmadığını, aslında çok yeni öğrendim. 5 sene kadar önce... Kemalizm' i çok yanlış anladım, ya da çok yanlış öğrettiler. Yaptığım her yanlışta, Atatürk' ten özür dileyen bir çocuktum ben. Sana layık olamadım diye özür dilerdim ondan. Çünkü sınıf öğretmenim, tahtanın üstüne asılı duran portresinin, hep bizi izlediğini, her şeyi gördüğünü, yanlış yaptığımız her şey için kemiklerinin sızladığını, çok üzüldüğünü söylerdi. Gençliğe Hitabe' yi ödev olmamasına rağmen ezberlemiştim ve bununla gurur duyardım. Üniversite' ye geldiğimde, Türkiye tarihinin 10 Kasım 1938' de bitmediğini öğrendiğimde, Çerkes Ethem'i, Kürt Teali Cemiyeti' ni, Sivas' ta yaşananları, 1930lardaki diktatörlük ve tek parti rejimini, milli şef dönemini öğrendiğimde, duygusal olarak karşı koydum birçok şeye inanmaya. İnanmak istemedim ancak, ilköğretim ve lise hayatım boyunca tarih derslerinden öğrendiğim kadarının kafamdaki boşlukları hiç doldurmadığını anımsadım. Soru sorduğumda, cevaplarıyla yetinemedim ancak üstelemedim de. Belki de hoşuma gitmeyecek bir şey duymak istemiyordum. Bilemiyorum. Ancak dediğim gibi; "1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu' nun kapısı Türklere açıldı" ifadesinin beynime kazınmasından daha fazlasına ihtiyaç duymaya başladım üniversiteye geldiğimde. Farklı bakış açılarıyla karşılaşınca, 11 senedir duyduklarımdan farklı bir şeyler duymaya başlayınca, daha da merak ettim ve çok okudum. Okudukça, öğrendikçe, dinledikçe kurgudaki eksik parçaları tamamlamaya başladım. O güne dek can hıraş savunduğum tüm idealar, duygularımın önüne geçerek, yerlerini daha mantıksal verilere bıraktılar. Bugüne dek öğrendiklerim kendi içinde etkileşime girerek, yine kendi kendine idealize oldu ve su anda her iki uç tarafı da olgunlukla dinleyebilecek, üzerine düşünebilecek, tartıştıktan ve araştırdıktan sonra yargılayabilecek bir insan oluverdim. Birisinin bana öğrettiğiyle ve beynime kazımaya çalıştığıyla değil, kendi kendime öğrenerek ve kendi değerlerim ve algımla içselleştirdikçe bazı şeyleri, daha da özgürleşmeye başladım. İşte tam olarak bu noktaya geldiğimde ve geriye dönüp baktığımda ise, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan/ onaylanan ders kitaplarına, Milli Eğitime bağlı öğretmenlere(hepsine değil elbette), Milli Eğitim Bakanlığına ve Milli Eğitime Bakanını atayan hükümete küfür etmek, hatta ve hatta; " Allah belanızı versin, beynimi yemişsiniz lan bunca sene" demek kaçınılmaz oldu. Şu anda İlköğretim ve Lise çağındaki milyonlarca öğrencinin farklı etnik grupları düşman olarak algıladığı gerçeğini düşündükçe de çok üzülüyorum. Ders Kitaplarında ve Bakanlıkta revizyona gidilmedikçe de, daha çok Hrant Dink davasının döneceğinden de şüphe duymuyorum. Türkiye' de ayrılıkçı söylemin temelinde ders kitapları vardır. Ben karşımdakinin haklarını bilmiyorsam bunun sebebi Milli Eğitim tarafından onaylanmış ders kitaplarıdır. Ben, eşcinsellere saldırıyorsam, kadının yeri evidir söylemini benimsiyorsam ve hayatın ikinci planına atıyor ve/veya atılmayı kabul ediyorsam, Sünni ve Türk olmayan herkes benim için düşmansa, bu Milli Eğitim' in suçudur. Benim değil. Türban takana saygı duymuyorsam ancak türban takan da bana saygı duymuyorsa ve kendini azınlık olarak hakkını arayan birey olara gösterirken, yine kendisi gibi azınlıkta olan eşcinsellerin ve diğer etnik grupların da hakkını gözetmiyorsa, bu da Milli Eğitim' in suçudur. Başka kimsenin değildir. Bu durumda da Erkin Koray' ın protestosunu yerinde bulduğumu da itiraf ediyor, diğer konuya geçiyorum;
Referandum döneminde "Yetmez ama Evet" sloganını kullanan "liberalleri" ve "marksistleri" aşırı antipatik buluyorum. 12 Eylül' de evet ya da hayır diyeceğimiz şey, yeni anayasadır. bu yeni bir anayasa ise, su anki anayasadaki eksiklerin tamamlanmış ve çağın gerisinde kalan yasaların revize edilmiş olması gerekir, maddelerinin halkın büyük çoğunluğuna yetmesi gerekir. Ben, sunulan anayasa öyledir ya da değildir tartışmasını yapmayacağım. Söylemek istediğim, eğer bu yeni anayasa SANA YETMİYORSA, bu bizim için YETERSİZ bir anayasadır ve halk, oyuyla yeni anayasanın yeterliliğini onaylamaktadır yahut reddetmektedir. Seçmen kağıdında da yalnızca iki seçenek vardır; Evet ve Hayır. Kendi sloganı içerisinde iki farklı görüşü de barındırarak, yine kendiyle çelişmektedir. Hayır ama Evet' ten farksızdır. Yeter ama Hayır demek kadar da mantıksızdır. Dolayısıyla yetmez ama evet diyen, darbe utancını örten yeni bir anayasayı değil akp anayasasını onaylamaktadır. Geçmişler olsundur.
Ha bir de, "Yetmez ama Evet"çi marksist.org' un da Hrant Dink cinayetini açığa kavuşturmak için hazırladığı dilekçeleri de unutmamak lazım. bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyor insan mutazaman.peh.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder