20 Aralık 2012 Perşembe

Yorgan Yastık, Yatak Dösek

aklıma üniversitedeyken, yurtta oda arkadaşımla aramızda geçen minik bir diyalog geldi;

bizim yurt odalarında yataklar yukardaydı. yani çarşaf değiştirmek gerçek bir işkence. onu çıkar onu tak bi de bunları tepeden yap filan derken kıçımızdan ter damlardı. ben o zaman salışların dibine vuruyordum. hayatım goygoydu. ordan oraya gidip patlıyodum filan. //güzel günlerdi//

...yatağın üstündeyim, yastık kılıfını takıyorum.

-ne istiyorum biliyo musun?

-ne?

-şimdi kapı açılsa, içeri yakışıklı bi çocuk girse. ama kaslı filan. boylu poslu. esmer olsun bi de şöyle ya, yağız delikanlı. taşı sıksa suyunu çıkarır cinsten. akıllı da olsun. zengin de olsun. komik de olsun. iyi kalpli olsun. biraz kıro ve maço da olabilir. ama böyle maço olduğu için kıroymuş gibi olsun. yoksa kıro olmasın. atıyorum gucci paçotti giymesin. casual giyinsin. ya süper şahane bi çocuk olsun kısaca. gelsin böyle. "ezgi...gel" desin elini uzatarak. ben merdivenden inerken elimden tutmaya devam etsin. son basamakları inmeyeyim, kucağına alıp yumuşak bir iniş yaptırsın. sonra kafamı ellerinin arasına alarak, ezgi desin, yatak çarşaflarını desin, ben desin, değiştiririm desin. sen desin, dışarı çık desin, bir sigara yak desin. aşırı yumuşak bir sesle desin bunları bi de. ben dışarı sigara içmeye çıkayım. sigara bitene kadar tüm çarşafları değiştirmiş olsun. sonra da siktir olup gitsin! giderken de bi dal sigara bıraksın. oha sigaram bitmiş. şş benim sigaram bitti ya. sende sigara var mı şş bi tane sigara versene?

-var, gel.



bu kadar.

16 Ekim 2012 Salı

Senli Benli

hayatımda hiçbir şey ama hiçbir şey, en kaba tabirle o kadar "koymamıştı".

Şimdi, çok bilindik şeyler yazacağım. Hazır mısınız? Eff peff scroll down. Hop bitti gitti.

Terk edilmiştim. -ki bence terk edilmek dünyanın en normal şeyi- hala zırıl zırıldım ve hala kovalamacalardaydım. belki pişman olur, belki vazgeçer, belki de beni deniyordur. ne bileyim.

sürekli darlıyor, darlıyordum. o da sürekli beni iteliyordu. kibar olmaya çalışırken bazen dayanamayıp kabalışıyordu. kalbim çok kırılıyordu. gel gelelim hak ediyordum, yalan yok. kibar davrandığında umutlanıp iyice cozutuyordum zira. "sanırım beni hala seviyor hehe, hemen şımarayım."

kabalaştığında, "hayır sevmiyor, ama seviyor da olabilir, onun da kafası karışık ama kesin sevdiğinden böyle yapıyor ya evet kesin seviyo oh be seviyo!" diyordum.

bi gün kadıköyde deli manyak gibi içmiştik bir kaç arkadaşımla. azıcık güleyim diye bana gül almışlardı. aslında güzel bir gündü. ama çok darlandığında çok abartılı eğlenirsin ya hani, hah aynen öyleydi işte. buruk buruk abartılı kahkahalar atmıştım.

...

"aynı filmlerdeki gibi"

arabaya bindik. geri döndük kadıköyden. yolda düşünüyordum. yanına gideyim, konuşayım. darlamıyim, arkadaşmış gibi davranayım, kaçmasın benden. ama görmeye ve konuşmaya çok ihtiyacım var. bi şekilde yanına gitmeliyim. peki ne konuşucam? ne dicem? neden geldim? neyse ya, buluruz bir şeyler. en kötü ağlarım. neden ağlıyorsun diye sorar. ordan girerim. belki yalan söylerim. "oluum biliyo musun nooolduu!!!" (hiçbir şey olmadı)

Freud'un Psikanalitik Kuramı'na göre, Sembiyoz döneminde bebek, "çevreden bihaber durumunun etkisiyle artık hafiften annesini ayırt eder ancak annesini ve kendisini net sınırları olmayan “ikili birlik” şeklinde birleşmiş olarak algılar. Bebek yaşam ihtiyaçlarını karşılatmak için başka bir insanla bağlantı kurmalıdır, bunu da bu ihtiyaçları çeşitli yollarla aktararak yapar; bu bazen açıkça aktarılırken bazen de ileride öznelerarası iletişim olarak adlandırılacak olan annenin katıldığı bir yolla olur. Anne, çocuğun ihtiyaçlarını karşılarken bebeğin ilkel kendiliğinin otomatik ayarlandığı aynalayıcı referans çerçevesi sağlar, böylece çocuk artık “o annenin çocuğu” olur."

Onun farklı bir kimse olduğunu algılayabiliyor, fakat ondan bağımsız kalamıyor ve yaşayamıyordum. ya da öyle zannediyordum. ki kesinlikle öyle zannediyordum. hehe.

...

Arabadan indim, elimde bir gül vardı. biranın etiketini yolan bir kimse olarak gülün bir kaç yaprağını bilinçsizce kopardığımı söylememe gerek yok sanırım... koparmışım.

ona doğru yürüyordum. alkolün etkisiyle yüzüm gülüyordu. niyeyse keyfim de birazcık yerindeydi. yanına yaklaştığım, atmosferine girdiğim için olabilir mi? hatırlamıyorum, bilmiyorum. vadevır.

ayrılalı daha 1 hafta olmuştu. bunu biraz geç söyledim sanırım. önemli bir detay aslında. neyse, daha 1 hafta olmuştu sadece.

kapısına gittim. kapıyı tıklattım. hiç ses gelmedi. ben de açtım ve içeri girdim.

ışık loştu. içeride iki tane tombul şarap kadehi, bir şişe kırmızı şarap, yerde renkli ve büyük minderler, minderlerin üstünde yatar pozisyonda -neyse ki giyinik- bir kız, yerden kalkmak için ellerinden kuvvet alan o, elinde yolunmuş bir gül ile anlamsızca boşluğa bakan bir ben vardım. bu öyle bir andı. bir fotoğraf karesiydi. romantik komedilerden aşina olduğum bir sahneydi. Aynı filmlerdeki gibiydi.

"Bir klasik; şakaklarımdan bin derece su akıp parmak uçlarıma ulaşmıştı."

O diyecek bir şey bulamayıp gevelenirken ben girdiğim hızla dışarı çıkıp kapıyı kapattım. Hızlı hızlı yürüdüm koridorda. Sonra durdum. Gördüklerimin gerçek olup olmadığından emin olamamıştım. Teyit etmem gerekiyordu. Geri döndüm. Hızlı yürüyordum. çok hızlı. Sanırım zamanda yolculuk yapıp saniyeler öncesine dönmeyi başarmıştım.

İçeri tekrar girdim. Kızı tanıyordum. Kız ve o çok mahçup bakıyordu. Daha 1 hafta olmuştu. Zaten mahçup olsundu.

Artık ikisi de ayaktaydı. Toparlanmaya çalışıyorlardı. Ben ağız dolusu küfür ederim sanıyordum. Çok sinirliydim. Çok kızgındım. Ve çok aşıktım. Edemedim. Utanıp tekrar odadan çıktım. Geri girdim. "Ben buraya gelmiştim. seninle konuşmak istemiştim" diyebildim. ha bu arada, çok ağlıyordum.

Tekrar çıktım. Koşar adım uzaklaşıyordum radyoaktif bölgeden.

Arkamdan bağırdı. Ne dediğini duyamadım. Merak da etmedim. (etti, çok etti)

Onu affetmeyi hiç düşünmedim. Hep kötülüğünü istedim. Çok üzülmesini ve mutsuz şeyler yaşamasını istedim.

...


Üstünden uzun zaman geçti. Ama geçmedi.

Onun benden ayrı bir hayatı olduğuna ya da olabileceğine inanmıyor ve kabul edemiyordum. Kendimden ayıramıyordum.

...


"İnsan çok garip."



Hani sigarayı azaltarak bırakabileceğine inanırsın ancak bu aslında kafanda bitirmen gereken bir şeydir ve bir gün daha içinden 4 tane sigara içtiğin paketi buruşturup atarsın ve bir daha sigara içmezsin ya, hayata dair bazı şeyler gerçekten bu şekilde işliyor bence.


Yine Freud'un Psikanalitik Kuramı'na göre çocuk, aynadaki yansımanın kendisine ait olduğunu algılayabildiği zaman, ayrı bir birey olduğunu fark eder. Artık annenin bedenine bağlı değildir.



Çok yorulmuştum. Böyle aşk meşk işleri insanın zihnini çok oyalıyor. Çok glikoz yakıyor, çok enerji emiyor. Harbiden yorulmuştum.


"Güzel fikirler her zaman saçma sapan zamanlarda aklıma düşer."

Bir gün şöyle oldu; kendim için bir şeyler satın alırken ve üstelik kendi kendimeyken, kendimle alakalı kendim için kendi kendime bir şeylerin peşindeyken, bi anda onun benden ayrı bir hayatı olabileceğini kabul etmek yerine, benim ondan ayrı bir hayatım olduğunu fark ettim. bu uzun hikayeye bu kadarcık bir son yazabildim. bu arada o gün çok para harcadım.


ve tam bir gerizekalı olduğuma karar verdim.

fakat çok tatlı bir gerizekalı.











18 Eylül 2012 Salı

Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olmasın!

Hello!

Aylar aylar sonra geri geldim. Çünkü çok sinirlendim. Çok da üzüldüm. Çünkü;

Dün sabah, Facebook'ta lise öğretmenlerimin paylaştığı "saçma salak" şeyleri görünce, iş arkadaşlarıma BANA BAKIN! dedim. Bana bakın, ben kurtarılmış bölgeyim. Beynimi zor şartlar altında muhafaza edip buralara gelebildim. Ben bir mucizeyim dedim. Bir Anadolu Lisesi'nde öğretmen diye dolanan insanların paylaştığı düşük zeka seviyeli şeyleri gördükçe ben resmen paçayı kurtarmışım, bu insanlara benzememişim dedim. Ne mutlu bana dedim. Oh dedim. Bi rahatladım. Neyse, ajansta bana iş çakıldı, çalışırken de mevzuyu unutuverdim. Daha evvelden de defalarca unutmuş olduğum gibi.

Gel gelelim, akşam evde ayaklarımı uzatmış televizyon izlerken elime telefonumu aldım ve klasik sosyal mecralar gezintime henüz başlamıştım ki o iğrenç manzarayla karşılaştım. Mezun olduğum Anadolu Lisesi'nde, ODTÜ MEZUNU bir kadının (öğretmen demiyorum, dikkatinizi çekerim) beyni patlamış PKK'lının fotoğrafını paylaştığını gördüm. Fotoğrafı burda sergileyip midenizi kaldırmak ve insanlıktan nefret etmenize sebebiyet vermek istemiyorum. Paylaşmayacağım. Ama o iğrenç fotoğrafın altında şunlar yazıyordu: "Çok Beğeni İsterim. Çok şikayet oluyor resim kaldırılıyor... PKK Yandaşları devamlı şikayet ediyor dostlarım sayfa kurucumuza engel geldi 3 gün paylaşım yapamayacak. Sayfayı beğenirseniz sevinirim mehmetçik hayranları.."

Bunu gördüğüm an kan beynime sıçradı ve yazıverdim dilimin ucuna gelenleri;



Kendisi ben bu yorumu yazdıktan bir kaç dakika sonra postu sildi.

Ben dayanamadım. Yine yazdım. Dedim ki;



























Peki o ne yaptı?

















Sabah kalktığımda, biraz yüzü kızarır, biraz utanır da siler şu yazdıklarını diye düşünmüştüm. Aslında ismini bile gizlememe gerek yoktu. Zira "kadın" kendisiyle gurur duyuyor olmalı ki silmemiş. Açık açık kendini hedef göstermiş. Sizce bu özgüven nereden geliyor? Sizi şikayet ettik dediğimiz halde, neden kimseden, hiçbir şeyden korkmuyor? Kime güveniyor? Neye güveniyor? Hangi zihniyete? Yoksa statükocu sisteme mi? Evet. Doğru bildiniz. Aynen öyle.

Sonuç mu?

Sonuç olarak kendisini isim vermeden ekran görüntüleriyle birlikte Eğitim-Sen'e şikayet ettik. Eğer geri dönüş alabilirsek isim de vereceğim. Cezalandırılması için elimden geleni yapacağım. Gerekirse hedef tahtası dahi olurum. Yeter ki, kafası karışık gencecik çocuklar nefretle büyümesin, ölmeyi ve öldürmeyi bir BOK sanmasın. Vatanı için ölmek ve öldürmek yerine, yaşamayı ve yükselmeyi hedeflesin. Hem de kendi için, vatanı için. Kan ve et kokusunu alıp gözü dönen canavarlar daha fazla nefret tohumları ekmesin bu zavallıların beynine.

Utanıyorum.

Bir Anadolu Lisesi'nde görevini sürdüren ve zamanında bizzat benim de dersime girmiş olan bu kadından;

U-T-A-N-I-Y-O-R-U-M!

Sadece utanmakla kalmayıp, o ve onun gibi insansıların öğretmen diye gezinip, yaptıkları nefret çığırtkanlıklarına kendi nefretimi kusuyorum.

Ey öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaksa, ben taşınıyorum!

18 Mayıs 2012 Cuma

o kadar çok şey biriktirdim ki...

takarak aşk kanadını, yakında döneceğim...

beni bekleyin anacığım!