24 Ekim 2010 Pazar
21 Ekim 2010 Perşembe
19 Ekim 2010 Salı
18 Ekim 2010 Pazartesi
the king says,
“I would rather be ashes than dust! I would rather that my spark should burn out in a brilliant blaze than it should be stifled by dry-rot. I would rather be a superb meteor, every atom of me in magnificent glow, than a sleepy and permanent planet. The function of man is to live, not to exist. I shall not waste my days trying to prolong them. I shall use my time.”
Jack London.
Jack London.
17 Ekim 2010 Pazar
14 Ekim 2010 Perşembe
eskiden kafamın köşeleri vardı.
bugün, bir arkadaşa uğradım. eski günlerden konuştuk. (oha klişeleri peşisıra diziyorum su an resmen)
kafamın kare olduğunu düşündüğüm ve "bakın abi bunlar da köşeleri, elleyin bakın" diye insanları çılgınlar gibi darladığım, 1 metrekarede dünyanın en mutlu insanı olabileceğimi 1.5 saat 1 saniye bile durmadan dans ederek kanıtlamaya çalıştığım, hadi, harbi mi?, has.ktir 3lüsünden sonra bir odaya geçip epik film izlemek için milleti yine ölümüne darlayıp, filmin 5.dakikasında uyuya kaldığım, "ben tanrı olsam yarattığım her şeyin üstüne bir sufle yerdim" dediğim, "bu saaatte dominos açık mıdır? sufle yiyek" diye başlayıp 10ar kanat ve sufle söyleyerek göbeğime göbek kattığım, yanımdaki zavallı dostuma sürekli iğrenç el şakaları yapmama gerekçe olarak "el kol yapmak istiyorum" dediğim, "biraz yeşilliğe mi çıksak?" diye birbirimizi gaza getirip botanik kafası yaşadığımız, batu' nun cemre' yi hayatımda gördüğüm en atarlı surat ifadesiyle nedenini kendisi de bilmemek suretiyle "botanik deme LAN!" diye uyardığı, yurtlar bölgesinde "belllatttıırooooooo"(dünyanın en gereksiz ve anlamsız kelimesi) diye bağırarak koşuştuğumuz, bugün napıcaz diye kesinlikle birbirimize soru sormak zorunda olmadığımız çünkü o gün diğer günlerde ve birkaç saat öncesinde de yaptığımız şeyin aynısını yapacağımızdan emin olduğumuz, zombieland izlediğimiz, yahşi batı' yı 20 defa üstüste izleyip 20sinde de güldüğümüz, gafamgazan dediğimiz, tarık' ın (kodadı tarık), en ilginç zamanlarda "abi gitmem lazım beni izliyolar" diyip, hepimizin içine kurt düşürüp kaçtığı ve hayatımın arka planında comfortably numb çaldığı günleri çok özledim. beynimin kıvrımlarının çözülüp 12 parmak bağırsağından hiçbir farkının kalmadığı, mutluluk ve mutsuzluk, güzel ve çirkin, iyi ve kötü kavramlarını yitirip hissizleşebildiğim, istediğim zaman 15 kişi içinde bile yalnız bir kafa yaşayabildiğim, sürekli çok yükseklerde uçabildiğim, aşağıya ise sadece sufle ile inebildiğim günlerimi ve günlerimizi çok özledim allahın cezaları. bunları nostalya olarak andığım için de önceliklerimin (e haliyle) değiştiğini farketmek suretiyle "lan galiba büyüdüm" demek, baya kötü hissettirdi şu an beni.
kafamın kare olduğunu düşündüğüm ve "bakın abi bunlar da köşeleri, elleyin bakın" diye insanları çılgınlar gibi darladığım, 1 metrekarede dünyanın en mutlu insanı olabileceğimi 1.5 saat 1 saniye bile durmadan dans ederek kanıtlamaya çalıştığım, hadi, harbi mi?, has.ktir 3lüsünden sonra bir odaya geçip epik film izlemek için milleti yine ölümüne darlayıp, filmin 5.dakikasında uyuya kaldığım, "ben tanrı olsam yarattığım her şeyin üstüne bir sufle yerdim" dediğim, "bu saaatte dominos açık mıdır? sufle yiyek" diye başlayıp 10ar kanat ve sufle söyleyerek göbeğime göbek kattığım, yanımdaki zavallı dostuma sürekli iğrenç el şakaları yapmama gerekçe olarak "el kol yapmak istiyorum" dediğim, "biraz yeşilliğe mi çıksak?" diye birbirimizi gaza getirip botanik kafası yaşadığımız, batu' nun cemre' yi hayatımda gördüğüm en atarlı surat ifadesiyle nedenini kendisi de bilmemek suretiyle "botanik deme LAN!" diye uyardığı, yurtlar bölgesinde "belllatttıırooooooo"(dünyanın en gereksiz ve anlamsız kelimesi) diye bağırarak koşuştuğumuz, bugün napıcaz diye kesinlikle birbirimize soru sormak zorunda olmadığımız çünkü o gün diğer günlerde ve birkaç saat öncesinde de yaptığımız şeyin aynısını yapacağımızdan emin olduğumuz, zombieland izlediğimiz, yahşi batı' yı 20 defa üstüste izleyip 20sinde de güldüğümüz, gafamgazan dediğimiz, tarık' ın (kodadı tarık), en ilginç zamanlarda "abi gitmem lazım beni izliyolar" diyip, hepimizin içine kurt düşürüp kaçtığı ve hayatımın arka planında comfortably numb çaldığı günleri çok özledim. beynimin kıvrımlarının çözülüp 12 parmak bağırsağından hiçbir farkının kalmadığı, mutluluk ve mutsuzluk, güzel ve çirkin, iyi ve kötü kavramlarını yitirip hissizleşebildiğim, istediğim zaman 15 kişi içinde bile yalnız bir kafa yaşayabildiğim, sürekli çok yükseklerde uçabildiğim, aşağıya ise sadece sufle ile inebildiğim günlerimi ve günlerimizi çok özledim allahın cezaları. bunları nostalya olarak andığım için de önceliklerimin (e haliyle) değiştiğini farketmek suretiyle "lan galiba büyüdüm" demek, baya kötü hissettirdi şu an beni.
13 Ekim 2010 Çarşamba
8 Ekim 2010 Cuma
paylaşabileceğim en güzel şey
bence sevgi çok önemli bi şey. ama keşke herkes birbirini sevse diyebilecek kadar olgun bir kafaya sahip bir insan değilim açıkçası. mesela niçe diyor ki; "insanları sevdiğinizi söylüyorsunuz; ama daha derine indiğinizde sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz. siz, bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz". adam ne kadar da haklı diye yiğide hakkını verdikten sonra diyeceğim şu ki; adam ne kadar da haklı. ben de sevdiğim insanı, bana beni iyi hissettirebildiği için, hatta iyi hissetmem için gerekli olanlar onda olduğu için seviyorum.
hayatta, affedemeyeceğim hiçbir şey olmadığını farkettiğimden beri biraz daha mutlu hissettiğimi söyleyebilirim.
son derece rahatsız bulduğum "yurt yastığı" ma henüz alışamamışken, uyku problemi çektiğim gecelerden bir tanesinde şunu düşündüm, eğer bir hatasında sevdiğim insanı bu hatası yüzünden cezalandırıp, üstünden belli bir zaman geçtikten sonra bile sürekli geriye dönüp o hatayı vurgularsam, ben bunu bir diğer hatasında da yaparım. her hatasında bunu yaparsam da, onu kaybederim. onu kaybedersem yalnız kalırım ve bana beni iyi hissettirecek bir şey kalmaz. bu noktada da niçe'nin bencilliğine geliyorum işte. ben bencilim ve bence bencillik kötü bir şey değil.
hayatta, affedemeyeceğim hiçbir şey olmadığını farkettiğimden beri biraz daha mutlu hissettiğimi söyleyebilirim.
son derece rahatsız bulduğum "yurt yastığı" ma henüz alışamamışken, uyku problemi çektiğim gecelerden bir tanesinde şunu düşündüm, eğer bir hatasında sevdiğim insanı bu hatası yüzünden cezalandırıp, üstünden belli bir zaman geçtikten sonra bile sürekli geriye dönüp o hatayı vurgularsam, ben bunu bir diğer hatasında da yaparım. her hatasında bunu yaparsam da, onu kaybederim. onu kaybedersem yalnız kalırım ve bana beni iyi hissettirecek bir şey kalmaz. bu noktada da niçe'nin bencilliğine geliyorum işte. ben bencilim ve bence bencillik kötü bir şey değil.
6 Ekim 2010 Çarşamba
deplasmanda plasebo
allah’ım kaderimde anarşi ve protesto
antidepresanlar ve içi boş bir gardırop
ne de çok yer kaplıyor mesela al pacino
yardımın gerekiyor kadıköy’deyim stop.
allah’ım kaderim bu sentimental ambargo:
alternatif referans potansiyel salvo yok,
sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.
allah’ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
“deplasmandır bu dünya” diyor albino şeyhim
plasebo yutturuyor bana depresif doktor.
allah’ım kaderimden şikayetçi değilim
aksine bahtiyarım evrende bana da rol
verdiğin için şahsen, allah’ım bizler senin
falsolu kullarınız, n’olur bizden razı ol.
murat menteş
ne de çok yer kaplıyor mesela al pacino
yardımın gerekiyor kadıköy’deyim stop.
allah’ım kaderim bu sentimental ambargo:
alternatif referans potansiyel salvo yok,
sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.
allah’ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
“deplasmandır bu dünya” diyor albino şeyhim
plasebo yutturuyor bana depresif doktor.
allah’ım kaderimden şikayetçi değilim
aksine bahtiyarım evrende bana da rol
verdiğin için şahsen, allah’ım bizler senin
falsolu kullarınız, n’olur bizden razı ol.
murat menteş
5 Ekim 2010 Salı
3 Ekim 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)