11 Şubat 2013 Pazartesi

how i met your LAVIR

7. sınıftaydım. o zamanlar kolejde okuyordum. bu yüzden çok kalabalık sınıflar ve şubeler yoktu. 7A, 7B, 7C diye 3 şube ve her şubede en fazla 20 kişi vardı. bizim sınıf 13 kişiydi. sınıf öğretmenimiz nuran karaadaktı. timberland botların, george hogg'ların, balina yağı kokan iğrenç barbourların en popüler olduğu zamanlardı.............

8A vardı. bizim sınıfın hemen çaprazındaydı. diğer 8'ler üst kattaydı. 8A'dakilerle iyi anlaşırdım, tanırdım. popüler bir kızdım. üstelik başarılıydım da. öyle ki bilgi yarışmalarında hep benim grubum kazandığı için artık beni sunucu yapmaya karar vermişlerdi. gerçekten okul hayatım bayağı iyi gidiyordu. 

ben ergenliğe çok geç girdim. memelerim çıkmaya başladığında çok utanmıştım. sürekli bol şeyler giyiyordum gizlemek için. meme utanç vericiydi. reddetmiştim memeleri. regl de olmayacaktım. hatta bi arkadaşımın regl olduğunu öğrendiğimde ondan soğumuştum. neden bilmiyorum ama ona uzak davranmaya başlamıştım. 

erkek arkadaşlarımla hep çok iyi anlaştım. (he klişe he) ilkokulda kızlar haftasonu bale kursunu tercih etmişlerdi ama ben satranç oynayacaktım. çünkü bizim oğlanlarla çok eğleniyorduk. ilköğretim hayatın boyunca ne yaptın diye sorarsan, "koştum" derim. çünkü tenefüslerde bahçeye inip kafayı geriye atarak deli manyak gibi koşuyorduk sağ sola. başka bir bok hatırlamıyorum. bi de biz 8 yıl aynı insanlarla okuduk. sınıf arkadaşlarımız hep aynıydı. birlikte büyüdük. ahahah bak ne hatırladım bi de; bi keresinde öğretmenlere mi ne sinirlenmiştik bi şey olmuştu hatırlamıyorum, çocukları örgütleyip bahçeye inmiştik, protesto edecektik bir şeyi. derse girmeyip bahçede EĞİTİM HAKKIMIZ, SEKE SEKE ALIRIZ! diye tek ayağımızın üstünde sekerek eylem yapmıştık. televizyonda duymuştum bu sloganı. meğer söke söke alırızmış doğrusu:( ben de diyordum ki bu öğretmenler niye gülüyor:( götler :( napiyim öyle biliyodum :( neyse devam ediyorum;

efendim işte durumlar böyleydi. ben erkek arkadaşlarımın yanında giyinip soyunmaktan utanmayacak kadar cinsiyet rollerinden habersizdim. onlar erkek değil, arkadaştı işte. tek fark, onların oturmadan işeyebilecek bir uzuvlarının olmasıydı ve başka bir yerde işemeleriydi. bu da gerçekten büyük bir sorun değildi. 

sanırım o zamana kadar hiç aşık olmamıştım. belki de bu yüzden karşı cinse karşı bu kadar hissizdim. emre altuğ'u saymazsak tabii. kendisi ilk aşkım olur ne yazık ki :p evde hala ona yazdığım aşk mektupları duruyor. sadece evleneceğim adama göstereceğim. 

her şey böyle güllük gülistanlık devam ederken, ben memelerden utanıp bol tarza geçiş yapmışken günü bir gün, bir öğle teneffüsünde camdan aşağıyı izliyordum. muhabbet ediyorduk bir yandan da. haberi gelmişti. 8A'ya yeni bi çocuk gelmiş dedilerdi. Bizim okul dedim ya az kişiydi. kim gelse gitse hemen haberimiz olurdu. işte biri gelmişti, ne bileyim. 

camdan sarkerken kırmızı ayakkabılarıyla futbol oynayan bi çocuk gördüm. daha evvel hiç görmemiştim onu. hemen zeynepi çağırdım. zeynep koş yeni çocuk bu mu dedim. geldi, baktı, he dedi, gitti. teneffüs 30 dakikaydı. 30 dakika boyunca onu izledim. 30 dakikanın sonunda aşık olmuştum. yani bunu sonradan fark edecektim...

zil çaldı. ben sınıf başkanıydım. herkesi sınıfa topladım. öğretmen zilinden evvel tahtaya ders ve konuyu yazacaktım. yazdım. beklemeye başladım. yerime oturmam gerekiyordu. düşünmem gerekiyordu. öğretmen bir an evvel gelmeliydi. çünkü ben terliyordum. kalbim pıt pıt atıyordu, midem bulanıyordu ve bu ilk kez oluyordu. bana ne olduğunu bilmek istiyordum. 

öğretmen geldi. yerime oturdum ve düşünmeye başladım. bana ne olduğunu anlayamadım. izin alıp tuvalete gittim. dönüşte 8A'nın önünde durdum. parmak ucuna yükselerek kapının küçük penceresinden içeri baktım. oradaydı. kırmızı ayakkabılarından tanımıştım. öğretmen ona, kırmızı ayakkabı giyemeyeceğini söylüyordu. yasaktı. öğretmenin adı da nurtendi. 

kimse beni görmeden doğruca sınıfıma geri döndüm. öğretmen bana kızdı geç kaldığım için. bi şey demeden geçtim yerime oturdum. günüm çok kötü geçiyordu... kendimdeki değişikliği algılayamıyordum. ama tuhaf bir şekilde de iyi hissediyordum. 

ertesi gün 8A'daki en yakın arkadaşım olan ece'nin yanına gidip yeni çocuğu sordum. adı ne dedim. mert dedi. ee? dedim, yeni gelmiş dedi. niye dedim, eski okulundan kovulmuş ama bizim okul kabul etmiş dedi. neden kovulmuş dedim, bilmiyorum dedi. banane, adı mert'miş. ece'nin yanından ayrıldım. sınıfa koşup bahçede top oynayan mert'i izlemeye başladım. mert her teneffüs top oynamaya iniyordu. onu bir türlü yakından görüp inceleyememiştim. 

zil çaldığında merdivenlerin başındaydım. oradan geçecekti. ben de ona bakacaktım. mert koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu arkadaşlarıyla. hemen arkadaş olmuştu sınıfındakilerle. sevmişlerdi onu. çok tatlı.

önümden hızlıca geçti. inceleyemedim. sınıfa koştum. ders ve konuyu yazdım tahtaya. 

...

-öğretmenim tuvalete gidebilir miyim?
-senin bu tuvalete gitmelerin de çok oluyor ezgi, hayırdır?
-öğretmenim çişim geldi.
-git gel hemen.
-teşekkürler!

benim bu tuvalete gitmelerim harbiden çok oluyordu. her ders, ama her ders en az bir kere tuvalete gitmek için izin alıyor, dönüşte de 8A'nın kapısındaki küçük pencereden kafamı uzatıp mert'e bakıyordum. cam aynalı gibi olduğu için içerden beni görmüyorlardı. merti gülerken görmüştüm. aman tanrım, diş telleri var! çok zayıf bir çocuktu. incecik böyle. diş telleri vardı. o iğrenç kokan barbourlardan giyiyordu. ayağında tarçın rengi timberland botlar vardı. mert düpedüz çirkindi amk. fare gibi çocuktu. ama aşk çok başka bir şey. zerre umrumda değildi. akşam eve gidip babamı BABA NOLUR BANA TIMBERLAND BOT ALALIM YALVARIYORUM, ALMAMIZ LAZIM, HERKESTE VAR Bİ TEK BENİM YOK diye darlayacaktım. şans bu ya, daha o hafta deneme sınavında okul birincisi olmuştum. bir hediyeyi hak ediyordum doğrusu. 2 gün sonra mertin botlarının aynısından bende de vardı. bu harika bir histi. 

mertin benden asla haberi yoktu. onun için okuldaki herhangi bir öğrenciydim. bunu çok iyi biliyordum. hiç muhabbetimiz olmamıştı. ama ben çok utanmaya başladım. hiç konuşmadığımız göz göze dahi gelmediğimiz halde ondan utanıyordum. onu gördüğüm yerde koşarak bir yerlere kaçıyordum. ve bu arada bana ne olduğunun hala farkında değildim. hiç kimseye söylememiştim merte olan ilgimi. sadece ben biliyordum. 

merti gördüğüm ilk günden sonraki tüm günlerim onu stalklamakla geçti. duvarların arkasından çıkan, pencerelerden dikiz atan, hayalet gibi çocuğun arkasından dolaşan bir manyağa dönüşmüştüm.

ben arabesk çok severim bilen bilir. tek sebebi de merttir. olum çocuk ağır ibocuydu. ben de ibocu oldum. net. evde şarkı ezberliyordum. tarzımız yavaştan şekilleniyordu.

bir haftasonu tripli bir sanat filmindeymişçesine aynanın karşısında kendimi izliyordum. evde annemler yoktu. annemin odasına girip cımbızı aldım ve kaşlarımı almaya başladım. baya baya yoldum filan incelttim. üstümdeki kuru kafalı bir tişört vardı. mert beni kesinlikle böyle beğenmezdi. artık okul gömleğinin içine siyah tişört değil, dekolteli askılı bluzlar giyecektim. memelerimden de artık utanmıyordum. hızla büyümek istiyordum. hemen koca bir kadın olup aşık olduğumu kabul etmek istiyordum.

koskoca bir sene, mertle hiç konuşamadan bitti. gerçekten tam bir sene sadece onu düşündüm. sadece onu takip ettim. hakkında tuhaf tuhaf bilgiler öğrendim. bunları bir deftere yazıyordum.

yıl sonunda 8. sınıflar mezun oldu. mert belki liseye de bizim okulda devam ederdi. etmedi. yeni dönemde bütün lise 1leri teker teker dolaştığım halde onu görememiştim. mert gitmişti. bütün bir yaz tatili benim için işkenceden farksızdı. fakat bunun sonunda yine mutluluk çanları çalmamıştı. merti bir daha göremeyecektim.

su anda düşününce 1 sene boyunca hiç konuşmadığım göz göze bile gelmediğim bir çocuğa nasıl bu kadar aşık kalabildim sıkılmadan bilmiyorum. çok tuhaf.

mert'e karşı hissettiklerim aşkın en saf haliydi diyeceğim gülmezseniz :'(
insan çocukken daha güzel seviyor amınakoyayım.
(gerçi ben şimdi de çok güzel severim)

ben 8. sınıf olmuştum. beril vardı. beril benim ön sıramda oturuyordu. beril çok önemli bir kızdı. çünkü mertle yazlıktan arkadaş olduklarını öğrenmiştim. beril boku yemişti. bundan sonra onunla sadece mert konuşacaktım. öyle de yaptım. beril sıkıldı ve yerini değitiştirdi. göt.

lise sınavlarına hazırlanıyordum. kadıköyde sanatkarlar sokağındaki mef dershanesine gidiyordum. o hafta sabahçıydım. bok gibi bir deneme sınavından çıkmıştım. kafalar düşmüştü. dershanenin yanında bi kafe vardı. ve dershanenin yanındaki o kafede mert oturuyordu. tek başına. bir başına. iyice zayıflamıştı. hala telleri vardı. her zaman yaptığım gibi onu gördüğüm gibi koşarak oradan uzaklaştım. dershaneye geri girdim. sonra lan ben salak mıyım acaba? skerim böyle aşkın ızdırabını gidip konuşacağım diye geri gittim. zaten artık o utangaç kız değildim. sigaraya filan başlamıştım. derslerden kaçıyordum. hafif piçlik vardı bende. neyse, gittim ve mertin başında dikildim. kafasını kaldırıp gözlerini kısarak bana baktı. hiçbir şey demeden oturdum. mert dedim, ben dedim, ezgi dedim. ben dedim senle dedim aynı okuldaydım dedim. ben dedim hala dedim aynı okuldayım dedim. ben dedim sana dedim çok aşıktım dedim. şimdi dedim, seni dedim, burda görünce dedim, söylemek istedim dedim. mert gülümsedi. dur dedim devam ettim, pencerelerden hayvan gibi baktığımı, onun için babama yalvarıp botunun aynısından aldırdığımı, kaşlarımı ilk onun için aldığımı, okula geldiği ilk günden beri ona aşık olduğumu söyledim. mert gülümsüyordu hala. hoşuna gitmişti piç kurusunun. "ehe ne güzelmiş, bilmiyordum." dedi. yalnız dedi, ben dedi, kız arkadaşımı dedi, bekliyorum dedi. o öğlenci, birazdan gelir, bence gitsen iyi olur dedi. çok sinirlendim. ama çok!

tamam ben gidiyorum dedim. ama numarasını da istedim. bana telefonunu ver o zaman çok önemli bir şey daha söyleyeceğim diye kandırdım onu. ama numarayı kaptım. gideyim diye verdi numarayı. yanlış numara vermediğinden emin olmak için de dur çaldırayım diyip çaldırdım bi de ayı gibi. ben merti çaldırırken o kız geldi. kıvırcık turuncu saçlı baya güzel bir kızdı. OHA NOLUYO YA dedi. ben hiçbir şey söylemeden koşarak kaçtım. ne konuştular ne dediler bilmiyorum arkamdan.

ertesi gün merte slm npiosun? tadında mesajlar atmaya başlamıştım bile. çok tuhaf ama mert de bana cevap veriyordı. baya deli gibi mesajlaşmaya başladık. ben her gelen mesajın karakter sayısı katı kadar daha aşık oluyordum merte. her mesajda biraz daha fazla. git gide büyüyordu içimde bir şeyler. felaket bir his. duvarları yumruklayası geliyor insanın.

biz 1 ay kadar böyle mesajlaştık. daha hiç görüşmedik ama hep muhabbet ediyorduk. her şey çok güzeldi. taa ki o telefon gelene kadar. merti sevgilisi benimle mesajlaşırken yakalamış ve her şeyi okumuş. bizim oğlanın ağzına sıçmış. sonra da hızını alamayıp beni aramış.

telefonu mert arıyor zannederek aşırı heyecanlı bir şeklde açtığımda kızın çığlıklarıyla karşılaştım. hiçbir şey diyemeden kızın bağrışlarını dinliyordum. bana küfür de ediyordu. zaten ben anlamıştım diyordu. git kızım git başkasına salça ol diyordu. seni öldürürüm diyordu. ben hala susarak dinliyordum. kız bana konuşsana ya konuş, madem bunları yapacak kadar yüzsüzsün, o zaman verecek bir cevabın da vardır, konuş, söyle dedi.

ben konuşmadıkça kız iyice delirdi. BİR ŞEY SÖYLE diye bağırdı.

ona söyleyecek bir şeyim yoktu ama bir şey sorabildim;

"-sen hiç aşık olmadın mı?"

ben gerçekten de aşıktım ve başka da hiçbir şey umrumda değildi.

kız iyice çıldırdı. bir soru daha sordum;

"-sen aşık olunca da böyle olmuyor mu?"


ben o gün aşkın öyle "gelişine" yaşanacak bir şey olmadığını fark ettim. fakat bugün kendimle gurur duyuyorum. o yaşta aşkıma sahip çıkmışım aslanlar gibi :p hiç vazgeçmemişim. sonuna kadar mücadeleyi koymuşum valla. afferim kız bana.


velhasıl-ı kelam, herkes aynı aşık olmuyormuş. herkes başka türlü seviyormuş. severken enini boyunu öçmek gerekiyormuş. dümdüz aşk yaşanamıyormuş. ve en önemlisi de öyle aaaaşıkım demek herhangi bir şeyin sebebi olamıyormuş.

niye olmuyormuş?

NİYE?