28 Şubat 2010 Pazar

26 Şubat 2010 Cuma

24 Şubat 2010 Çarşamba

:m

dün gece,
müzik dinleyip, bir şeyler yemek/ içmek üzere şehre gittim.
kendimi rıhtımdaki simit sarayında çay içip, zeki müren dinlerken yakaladım.
bunu 3. ince belli çayımı istemeye giderken farkettim.
gül gül öldüm.
hayat çok zalim.

23 Şubat 2010 Salı

zerdüşt

cennette ilginç insanların hiçbirini bulamazsınız buyurdu nietzsche

sürgün

- ..................... mutlu değilim.

gece boyunca mutlu olmadığından bahsetmişti. bense şundan emindim; bir erkeğe , mutsuzluktan çok konuşan kadın, çoğu zaman kendisini kolaylıkla, istekle teslime hazır olan bir kadın demektir. saatler sonra, sarhoş olduğundaysa yanılmadığımı anlamıştım.

*
*
*


-dur birazcık bekle,şu sigaram bitsin gideriz.benim yolum yakın.ama anahtarım yok.allah bilir nerede bıraktım.
-e anahtarın yoksa nerde yatacaksın?eve nasıl gireceksin? deli misin sen!
-belki kapının üstündedir yahu, sakin.

sarhoşken takındığı şu umursamaz tavrı beni çıldırtıyor olsa da bir yandan da güvendiği ve inandığı bir şey olduğuna, yalnız kalmayacağına ya da en azından yalnız kalmaktan rahatsız olmadığına beni ikna ediyor ve içimi biraz olsun rahatlatıyordu. ya da bilmiyorum, en azından öyle görünüyordu. (kendimi mi kandırıyorum?)
kalmam için ısrar etmekten yorulmuştu, kaldırıma oturmuş sigarasını içerken üzerini ne kadar kirlettiğini farkettim, galiba kusmuş da...

kafasını iki de bir kaldırıp, "e sen gitsene hadi ben şunu içip kalkıcam zaten" diyordu. bu sırada odak problemi çektiği hem çok açık hem çok aşikardı. defalarca şahit olmuştum görüntüyü netleyememesine.ne şartta olursa olsun işin beni güldüren tarafı ise, burnunun ucunu göremeyecek kadar sarhoşken bile, sanki az önce ayakları birbirine dolaşıp yere kapaklanan o değilmiş gibi, gereğinden fazla ciddi bir tavır takınıp, kaşlarını hafif çatmasıydı.

-bi sigara vericen mi ya?
-şimdi içtin daha, şu bitince gidiyoruz demiştin.kalk hadi,üşüdüm zaten.

kalkmadı. "gitme ya" dedi. "gitme".o kadar açık ki. gitmemi istemiyor işte.

ben ayaktaydım.başında muhafız gibi bekliyordum. bana bakmak için kafasını kaldırması gerekiyordu.bense ona bir şey söylerken aşağı bakıyordum.dolayısıyla fiziksel üstünlük sağlamıştım ve o da bunun farkındaydı.ama ayağa kalkmıyordu. kalmak istediğinden emindim ama kalkarsa ya sendeleyecek ya da yine yere kapaklanacaktı. bu da konuyu değiştirirdi.

-sen gelmiyorsan ben gidiyorum.
dedim.

hiç umursamadı. bence anlamadı...

-hey! ben gidiyorum dedim.saat kaç haberin var mı? üşüyorum. uykum geldi. gidiyorum ben!

kalktı, koşarak yanıma geldi. kafasını sıkıntılı bir geceye harcadığı için üzgündü. biraz yürüdük. durdu ve gitmemem için yalvarma seansına yeniden başladık. bu sefer ağlıyordu. son kozları çok çirkince oynuyordu. ben hiç sarhoş değildim. ve bir sarhoşun beni taciz etmesine ses çıkarmayıp bir de üstüne karşılık verdiğimde aklıma şu geldi; bu kadını hasta veya çocuk yerine koyup ona acıyarak, daima yardımıma muhtaç olduğunu düşünerek onunla kalabilir ve kendimi tatmin edebilirdim. Ancak kadınlar bu erkeklere uzun süre dayanamazlar, onlara bağlanamazlar, aşık olamazlar. İyi adam, kadın için sevilecek, uğrunda özveride bulunalacak bir tip değildir, sadece mutlu olmadıkları zaman dert dökülecek bir arkadaştır. Asıl sevgili; şu yataktaki, traşsız, pis, hırçın, dikbaşlı, umursamaz, sevgisiz, sevse de bundan utanan ve saklamak için iyice serserileşen serseridir.

ben de bu yüzden onu oracıkta bırakıp gittim.




sürgün.

22 Şubat 2010 Pazartesi




Tokyo Story göndermeli capon filmi diyip bıraksam... Çok sığ bir imaj çizmiş olmam di mi? Dİ Mİ?
Hakkı geçmesin diye yönetmenin adını da yazayım; Hou Hsiao-Hsien (hasan hüseyin)


şehri sarıp sarmalayan trenler epey hızlı.

imajım ve serbest çağırışımlarım

C. says:
bizim sınıfta kimse lerzan mutlu nun zekeriya beyaz ı ısırdığını hatıorlamıyomuş
eksikliğini hissettim yani cemil
bana bi garip baktılar
ezgi says:
hahayt hissedersin.
sen esprileri patlatırken ben uyuyordum
:)
o değil de hakkat ne komik bişey ya
hanibalistik
balistik diye bişey vardı di mi
neydi o?

'Doğal kimlik diye birşey yoktur'



''... Tesadüfen şuralı ya da buralı olan hepimizin kimliği, karşılıklı alışverişe dayalı kültürel, politik ve ideolojik bir kurgudan başka bir şey değildir.''


Etnik kimlik çatışmalarının ve milliyetçi hareketlerin insanı ve insana özgü her şeyi unutturduğu bir dönemde, Michel Bourse imzalı 'Melezliğe Övgü' bize çok temel bir şeyi hatırlatıyor: “Doğal kimlik” diye bir şey yoktur; tesadüfen şuralı ya da buralı olan hepimizin kimliği, karşılıklı alışverişe dayalı kültürel, politik ve ideolojik bir kurgudan başka bir şey değildir. Çoğu zaman da bu kurgusal kimlikler savaşların, çatışmaların, soykırımların bahanesi olmuştur.

Temel amacı kimlik ideolojisine karşı mücadele etmek olan 'Melezliğe Övgü', öncelikle kültür kavramını da kapsayan eleştirel bir analize girişiyor. Ardından, kimlik taleplerinin ve milliyetçi hareketlerin çoğaldığı bir dönemde, kimlik stratejilerinin nasıl oluşabildiğini analiz ediyor. Eser, “ideolojik kültürcülük”ün eleştirisinin yanı sıra, kültürler arasındaki ilişkilerin yeniden sorunsallaştırılmasını gerçekleştirerek, kültürler arası yeni bir pedagojinin imkânlarını ve aşamalarını irdeliyor.

Kimlikler içine kapanmanın yarattığı sorunların çözümüne katkıda bulunmaya çalışan bu deneme, seksenli yılların sonundan itibaren araştırma gruplarında sürdürülen çalışmaların, özellikle Romanya ve Makedonya eksenli etkinliklerin ürünlerini de sergilemektedir. Makedonya'da “çok-etnili” bir üniversite kurma ve kültürler arası gerilimleri azaltma temel hedefinin de parçası olmuş bu eser, bugünün Türkiye'sindeki kültürler ve etnik yapılar arası ilişkilere ışık tutucu niteliktedir.


http://www.ntvmsnbc.com/id/25047730/

kültür kültür dediğin nedir gülüm.

bugün antropoloji dersinde yine o soru soruldu; "what is culture?"


"I LIKE TURTLES" diye bağırmamak için TİTREDİM. tırnaklarımı yedim.bacaklarımı telaşlı salladım, saçımı emdim...

neyse ki sakinleştim.

http://www.youtube.com/watch?v=CMNry4PE93Y

çakmağım nerde laaağnn!!

eğer bir çakmağı bir hafta boyunca çordurtmamayı başarabiliyorsanız, inanın, çok yalnızsınız demektir.

yazıklan



-LOVE FAIL <3

hicv



-Isnt life disappointing?
-Yes it is.

destekdestekdestek

Tırt-art AKIMI

http://www.facebook.com/home.php#!/group.php?v=info&gid=45352423203



http://deviantart'ta
http://"artistic
http://nude"
http://kategorisinde
http://sanat
http://ayağına
http://legal
http://porno
http://upload
http://edenleri
http://alkışlayanların
http://sitesi

21 Şubat 2010 Pazar

üst beyin zorlanması

alt beyin zorlanması

şarkının sözleri son dönemde aşklarıyla gündemi meşgul eden, hadisenin eski maniti sinan akçıl' a aittir.magazin kültürüm babamdan mirastır

I don't want to tie you down
Don't need a reason to have you around
But each time you walk away
Don't be surprised if I ask you to stay
Can't sleep alone at night
I just can't seem to get it right
Damned if I do
And I'm damned if I don't but I love you

hehe

bugüngünlerdenbeşyüz

bugün sepetçiler kasrında
82 yaşında
sami dede oldum.
-
kör bir vatandaşın vapura binmesine yardım ettim.
-
eminönü vapurunda hayatımda *ilk kez* sevimli bir çocuk ve yakışıklı bir oğlan gördüm.
-
kadıköyde 3 saat şatıl bekledim.3 bardak çay, 1 türk kahvesi içtim.sonra da pilavcıya gittim.dün geceden canımın çekintisini giderdim.geri döndüm bi çay daha içtim.
-
şemsiyemi buldum.hırkam kayıp.
-
bir eşcinselle tanıştım,sigara içtik,yürüdük.sonra ayrıldık.
-
çok sigara içtim ciğerim düştü.
-
çok yalnızım lan
-
ehe mehe
-
uğurun 3. göz bebeğinden korktum.
-
öğlen yemeğim ve fıstıklı baklavam beleşe geldi.
-
çok pis hissediyorum.
-
ödevim var.
-
yoruldum.
-
hiçbir şey anlamadım.
-
üzüldüm.
-
yatças kalkças yatças kalkças geççek.
-
ıslak odun lazım
-
susadım, çeşmeye gitmez olaydım.
-
elinden bir tas su, içmez olaydım
-
yolum düştü köyünüze
-
varmaz olaydım
-
inmez olaydım
-
o gül yüzüne
-
bakmaz olaydım
-
ferdi tayfur ezberlemişim.
-
(Y)

yes

most likely you go your way and I'll go mine.

20 Şubat 2010 Cumartesi

merhaba

heleloy heleloy hula hula huuuulooooo
laylay lilililili lobilobibumbum

god, please kill all Bukowskies.



Bukowski' tam bir "ara" adam rol modeli.matahsızlığı ise diz boyu ne yazık ki:/


seneler önce, ben gibi ergen manitam elinden düşürmediği "kadınlar" kitabında beni arayıp durmuştu da bulamamıştı.

*







buyuruyor ki;

there's a bluebird in my heart that
wants to get out
but i pur whiskey on him and inhale
cigarette smoke
and the whores and the bartenders
and the grocery clerks
never know that
he's
in there


pis ve buruşuk biri

yüzeyselliğim su götürmez, o ayrı

19 Şubat 2010 Cuma

en sevdiğim

a-a!

o kokuyu duydugumda hissettiklerimi su anda duymam cok enteresan değil mi ya? bulundugum yerdeki tek koku cayımdaki yogun tomurcuk kokusu olmalı oysa ki...

of resmen heyecan bastı.
.
.
.
.
.
neyse, geçti.

hoh

You're such a wonderful person
But you got problems
I'll never touch you

güzel bir gün


az önce dernekten uğur aradı. "yarın eğitim var ezgi, bize yardımcı olmak ister misin? onca proje yaptın söyleyecek şeylerin vardır ve ihtiyacımız var buna" dedi. çıldırdım.içimden çıldırdım. "aa evet tamam gelirim neden olmasın ki" dedim. oha beni aradılar lan gel dediler!! üstelik son projem tam bir hayal kırıklğıydı. dünyanın en suratsız muhtarıyla, dünyanın en uykulu ve sorumsuz 3 lise öğrencisiyle, dünyanın en saçma yokuşunun tepesindeki bir ofiste, son zamanların en acı soğuğunda bir görüşme yapmıştım. görüşme bittikten sonra ağlamamak için kendimi gercekten zor tutmuştum çünkü onca emek ve harcanan o kadar saat boşa gitmiş gibi bir şey olmuştu. böyle olduğuna görüşme kaydını dinlerken karar verdim. 500 kere bölünmüş, durdurulmuş,bolca saçmalanmış bir görüşmeydi...
...
ama güzel şeyler de olmuştu;

sözlü tarih projesinden bahsediyorum.bu sefer eyüp semtinin liselerinden birine yine sözlü tarih eğitimi için gitmiştik. liseliler ve 4 gönüllü üniversite öğrencisi olarak konferans salonundaydık. normalde gönüllülere düşen öğrenciler önceden belli olurlardı.ama bu sefer bir karışıklık çıkmıştı ve "seçmece" usulü yapıldı. bayağı kötü aslında düşününce. ben o gün akşamdan kalmaydım.öncesindeki gece hayatımın en garip gecelerinden biriydi. küçük beyoğlunda daha birkaç gün önce tanıştığım bir çocukla içiyorduk. sonra ortaköyde ev mev dendi tamam dedim, arkadasının evine gittik ve gerceken saatlerce batak oynadık ve içmeye devam ettik. bir kaç gün önce tanıştığım adamla aramda bir şeyler olacağından yüzde binbeşyüz emindim ama daha fazla batak oynamayı teklif ederek, aslında beni epeyce hoş tutan ve fiziksel olarak da beğendiğim o adamla oluşacak olan herhangi bir münasebeti ertelemeye çalışıyordum.çünkü "kadın ruhundan çok iyi anlıyorum abi" kafası ve bana tanışık olduğumuz birkaç gün içinde bile küçük sürprizler yapmasından dolayı ondan hoşlanmamıştım.orda yattım o gece, yattm dediğim, yattım ve saati görünce anında kalktım. çünkü eyüpe gitmek için 2 saatim kalmıştı ve gercekten uyumamalıydım. makyajım akmıştı ve bir ucube gibiydim.aksi gibi de abartı şıktım. parlak kırmızı bir mont, uzun süet siyah çizmeler ve kocaman bir siyah çanta.içinde de proje evrakları cartları curtları. hala sarhoştum. ojelerim deforme olmuştu. ah dedim. çok kötü bir sabah...

...
okula (lise) gittim, pınar vardı.bana bakınca sinirli sinirli gülümsedi.-iyi eğlenilmiş galiba! diyerek akşamdan kalma olduğumu anladığını ama bundan hoşlanmadığını belli etti. ben çay almalıyım dedim ve geçtim içeri. neyse seçmece usulü başladı.hayatımda bu kadar daha gerildiğimi hatırlamıyorum. kendimi gerçekten bok gibi hissediyordum ve bence dünyadaki en acımasız insanlar olan "liseliler", ben bu ablanın projesinde olucam, ben bu abiyle çalışmak istiyorum diye bizi seçeceklerdi...kafamda kurduğum, herkes gönüllü eğitmenini seçecek ve ben ortada kalacaktım.kimse bu sümükle çalışmak istemeyecekti ve ben de depresyonlardan depresyon beğenecektim! ama işler neyseki hiç böyle olmadı. 5 tane güzel çocuk pısır pısır yanıma geldi ve kızlardan biri de saçımı düzeltti.daha sonra da adımı sordu. e-e-ezgiyim ben! dedim. 3 saat boyunca projeyi anlattım onlara. hiç sıkılmadık, eğlenceli geçti. bir dahaki toplantı günü içinse; "madem eyüpteyiz, pierre loti' ye gidelim" dedim.
ertesi hafta, cumartesi günü akşam için milyonlarca program yapılmıştı.bunlar süper eğleneceğimden emin olduğum programlardı ve gercekten sabırsızlanıyordum. öğlene doğru bizim liselilerle buluşup pierre lotiye gittik. eğitimin ikinci toplantısı sert geçer. ciddi konuşmam gerekiyordu yani.denedim, olmadı. birlikte hamburger yedik, proje konuşmak dışında her şeyi yaptık. sorunlarını, ilişkilerini, ailelerini dinledim. çay içtik. bol bol fotograf çektik. bu sırada saat ilerlemiş ve arkadaşlarım beni sürekli arayıp -gel hadi, -ne zaman geliceksin diye darlıyorlardı. ben gerçekten gitmek istiyordum artık ama onlar daha teleferiğe bineceğimiz için çok heyecanlıydılar. bindik. aşağı indik. biraz yürüdüm onlarla. bi tanesi beni durdurdu ve " ezgi abla, bugün hayatımın en güzel günlerinden biriydi, teşekkür ederim" dedi. o öyle diyince diğerleri de onu onayladılar. "çok ihtiyacımız vardı böyle bir güne, bir daha yapar mıyız?" diye sordular. " ehe niye olmasın canım tabi" dedim. kanım çekilmiş gibi hissettim. hayatımda çok fazla mutlu olduğum sürüsüne bereket anı var.ancak bu çok başkaydı.bana hissettirdikleri gerçekten çok başka bir mutluluktu. benim için -sıkıcı- olan bir gün, onların en güzel günleriden birisi olmuştu. bunu duyduktan sonra benim için de "en güzel" bir güne dönüştü pierre loti'de liseli buluşması...


bir sonraki buluşmalarımızda da genelde muhabbet ettik. onlar pek çalışmadı. onların yapması gereken her şeyi ben yaptım. yetişemedim haliyle. ondan proje çok kötü geçmişti.eksik gitmiştik. ama benim içim dolu doluydu.
uğura teslim yaptığımda, beğenmediğini söylemişti. "napiyim bu sefer böyle işte" demiştim.
şimdi beni aradı ya gel diye.ben de aslında güzel bir şeyler yaptığımı hissettim.
ihtiyacları olan şey "zorla gönüllülük" değil, biraz bir şeyler paylaşmaktı.


paylaştık işte.

milituristik

www.vicdaniret.org

ne çok silinmiş

o kadar cok sey silmişim ki, kendim bile şaştım.azıcık cücük gibi birşey kalmış. neyse iyidir.demek öyle lazımmış.
sildim derken aklıma geldi,
geçen dönemin sonunda, yurt odamın camından, dışarıya bir hışımla, sümüklerimle birlikte fırlattığım ganimetlere ne oldu acaba? saat 04.00 gibiydi.çok karlıydı hava. tillahi alan güle güle kullansın, güle güle okusun.

hello süskind!

tüm kokular uçtu.
jean baptiste grenouille olmamak için elleri titreyen biri var.

18 Şubat 2010 Perşembe

26

38 gün sonra 2 sene olacağıdı yahu.

bilibilibobolilibobolilili




ÇOK SIKILDIM U-LAN!

16 Şubat 2010 Salı

me and my valentine (kalp)


valentaynım fotografı biraz geç attı bilgisayara ondan daha yeni koyabildim. özürss:(

bir diyorum birrr!


malabağladığamamamaa... !!!!!!!!!!!!!!!!111111111111birbiribir!!!!!!

2 Şubat 2010 Salı

binlerce dansöz var

ne diyeceğimi bilemiyorum.

hulahula

Sokakta giderken,
kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığım anlarda
insanların beni deli zannedeceğini düşünüp
gülümsüyorum.

1 Şubat 2010 Pazartesi

biberi düşünecek kadar vaktim var.


hayatımda hiçbir zaman evcil hayvanım olmadı. eksikliğini hissedip hissetmediğimi bile bilmiyordum geçen güne kadar.

gerçi hakkını yemiyeyim şimdi.bir yabani muhabbet kuşum ve bir tane de pis kokulu, suratsız ama çok sevdiğim bir su kaplumbağam olmuştu. ikisine de dokunamadım.

aklıma biber geldi.sevgili köpeğimiz.tuzladan bulduğumuz. kimleri yakınlaştırmadı, kimlerin arasını yapmadı ki o köpek.

ben bakmayı beceremedim ama gercekten cok sevmiştim onu. ilk defa insan dışında bir canlıyla aramda duygusal bir bağ oluşmuştu. annemler cok dalga geçiyodu ama, gerçekten haftasonları özlüyodum da onu epeyce. minicikti. küçücüktü.

şimdi nerdedir, yasıyor mudur, kime sevdiriyodur kendini bilinmiyor.

*

mutluyum.

ama,

kimseye anlatamamamın verdiği can sıkıntısı...