5 Nisan 2013 Cuma

anılar anılar simdi gözlerimde canlandılar

asla unutamadığım gereksiz şeyler;

-göztepe benzincinin orda, ailece arabanın içinde ışıklarda bekliyoruz. arabamız beyaz. benim camım açık, bi kadın yürüyor yan kaldırımda. kucağında bebek var. look diyor, look, beyaz araba, white car, a white car, beyaz bir araba, white car diye tekrarlıyor bizim arabayı göstererek.

-anaokulunda göztepe pansiyonluya gidiyordum. ablam da ilkokuluna gidiyordu aynı okulun. ablamın arkadaşları beni aşırı seviyodu hep yanaklarımı sıkıp öpüyolardı. ablamın arkadaşı gizem, "doğum günüme ezgi de gelsin" demiş, beni de götürmüşlerdi. gittiğim ilk doğumgünü partisiydi. çok heyecanlıydım ve aşırı dikkatli davranıyordum. fakat kasılmaktan ve heyecandan masaya bi şişe fanta döktüm. bütün börekler ıslandı. gizem ablanın annesi üzülme üzülme bi şey olmaz demişti. ablam masanın altından bacağımı cimciklemişti. ağladım, annemler gelip beni aldılar. sadece bardağıma fanta doldurmak istemiştim.

-kreşteyken ise petek çocuk yuvasına gidiyordum. servisimiz vardı. ben okula 3 yaşımda başladığım için en küçük ve en tontiş çocuk olarak yine çok fazla seviliyordum. serviste herkes benim yanaklarımı sıkıp kucağına alıp agucu mugucu yapardı. bi keresinde bi öğretmen servise bebeğini getirdi. benden daha küçük ve benden daha tontiş. herkes onla ilgileniyordu ve ben aşırı derecede kıskanıyordum. bebeğin bi parmak kuklası vardı. annesi parmağına takınca bebek gülüyordu. yani susturucu oyuncak. ben kullanılmış bir mendil gibi bir köşeye fırlatılmışken ve ağlamak üzereyken koltukta bebeğin parmak kuklasını gördüm ve hemen alıp donumun içine soktum. bi süre sonra bebek ağlamaya başladı ve herkes parmak kuklayı aramaya koyuldu. ben hiç sesimi çıkarmadan bekledim. bebek ağladı. kuklayı vermedim. bebek ağlamaktan boğulacak gibi oldu. yine vermdim. servis evime geldi, indim. parmak kukla şu an hala bende. bebek büyümüştür. piç kurusu. bi servise iki sevimli çocuk fazla tamam mı!

-üniversite 1.sınıfta integralli türevli math 101 dersindeki asistanım ahmet'i çok seviyordum. kopya çektiğimde "kopya çektim ben, quizimi 0 yap" diye mail atacak kadar çok seviyordum hem de. onu aldatamazdım çünkü. ahmet benimle çok ilgilenirdi. boş quizlerimi topladıktan sonra, kendi doldurduğu çok olurdu. tüm bunların haricinde sohbet de ederdik. sohbet etmeyi de severdim. bu ilişkiyi kimseye anlatmıyordum. sınıftan bi arkadaşım, ahmetin onun quizlerini doldurduğunu, arada muhabbet ettiklerini, baya iyi arkadaş olduklarını ve ekstra etüt yaptıklarını söylediği halde kimseye anlatmadım hem de... aldatıldım. ve dev bir aldatılma acısı yaşadım. ahmetin bunlardan haberi yoktu ama onu hiç affetmedim. bir daha onun resitasyonuna katılmadım.

-hatırladığım en eski şey; ben kare elbezleriyle oynamaya bayılıyordum. babam hafif nemlendirdikten sonra bana verirdi bezi ve ben salonda masanın altına girip, bu bezi 4 kat yapar tekrar bozar ve tekrar katlayarak saatlerimi geçirirdim. elbezi kuruduğunda katlamayı sevmiyordum. masanın altından bezi çıkarttığımda babam alır, ıslatır bana geri verirdi. bi kere uzattım ve babam bezi almadı. uyumuştu çünkü. ben de bezi tükürük yağmuruna tutarak ıslatmış ve oyunumu oynamaya devam etmiştim. gerizekalı olduğum zannediliyordu. fakat sonra süper zeka olduğum keşfedil....MEDİ :D

-yine anaokulundayken aşık olduğum bir çocuk vardı; ekin. sarı, amerikan traşlı saçları vardı. spor saatinde mum duruşunu en güzel ikimiz yaptığımız için öğretmen ikimize de birer çokonat vermişti. ekinin çokonatı erimişti. ekin yanıma gelip değiştirelim mi, sen bana onu ver diyerek elimdeki çokonatı almıştı. bana erimiş bir çokonat vermişti. ekin galiba bana aşık değildi. ama o erimiş çokonatın çöpü 1 yılı aşkın odamda durdu. teşekkürler.

-sanırım en çok barbielerimi seviştrirken ve ah uh diye sesler çıkarırken babanemle dedeme yakalandığım zaman utanmıştım. lanet olası ken'in siki yok, lanet olası barbie'nin amı yok. ama hala seks.

-ananemde kalırken mahalledeki çocuklara niyeyse okuma yazma öğretme misyonunu üstlenmiştim. öğretmeye çalıştığım ilk kelime tabii ki; EZGİ idi. hiç kimse neden böyle bir şey yaptığımızı sorgulamıyordu.... ve ben de EZGİ den başka bir kelime yazmayı bilmiyordum :')

-dedem öldüğünde hayatımın bir ilki yaşanmıştı. ilk kez sevdiğim biri ölmüştü ve hayatımın da en boktan günüydü. abim ablam ve ben dedemin evinde büyümüştük. dedem bizi çok severdi. babanemle kavga bile ederdi çocuklarıma ben kahvaltı hazırliycam diye. bir de çok beyfendi bi adamdı. dedemle çarşıya çıktığımda onunla gurur duyardım. serçe parmağını uzatırdı bana, onu tutar, öyle yürürdüm. dedem hep takım elbiseli ve fötr şapkalıydı. çarşıda esnafa kibarca şapkasını kaldırarak selam verirdi.

öldüğü gün dedemin evine gittiğimizde dedem yatağında yatıyordu ve üzerine bir çarşaf örtmüşlerdi. abim ablam ve ben içerde herkes ağlaşırken dedemin yanına gittik ve ölüsünü öptük. pamuk gibiydi yine dedem. yanına yattık üçümüz. ablamla ben iki yanına, abim de ayak ucuna. andık onu. sonra büyük bir sessizlik oldu ve bir kahkaha patladı. sonra hepimizin sinirleri bozuk olduğu için gülme krizine girdik. başta çok utandık kendimizi susturmaya çalıştık ama espri filan yapıyoduk baya taşak muhabbeti çevirmeye başladık. bi yandan da ölü dedemin elini öpüp özür diliyoruz filan. çok saçma bi durumdu. sonra ağlıyoruz, sonra tekrar gülüyoruz. annem geldi, bizi evden kovdu. gidin dışarda gülün dedi. biz kahkaha ata ata çıktık, dışarı çıkınca ama yine ağlamaya başladık. eve geri geldik. baktık hoca gelmiş kuran okuyor yine gülme krizine girdik. annem bize çok kızmıştı. sonra dedemin yanına giderek yine özür diledik. sonra dedemi götürdüler. öyle.


11 Şubat 2013 Pazartesi

how i met your LAVIR

7. sınıftaydım. o zamanlar kolejde okuyordum. bu yüzden çok kalabalık sınıflar ve şubeler yoktu. 7A, 7B, 7C diye 3 şube ve her şubede en fazla 20 kişi vardı. bizim sınıf 13 kişiydi. sınıf öğretmenimiz nuran karaadaktı. timberland botların, george hogg'ların, balina yağı kokan iğrenç barbourların en popüler olduğu zamanlardı.............

8A vardı. bizim sınıfın hemen çaprazındaydı. diğer 8'ler üst kattaydı. 8A'dakilerle iyi anlaşırdım, tanırdım. popüler bir kızdım. üstelik başarılıydım da. öyle ki bilgi yarışmalarında hep benim grubum kazandığı için artık beni sunucu yapmaya karar vermişlerdi. gerçekten okul hayatım bayağı iyi gidiyordu. 

ben ergenliğe çok geç girdim. memelerim çıkmaya başladığında çok utanmıştım. sürekli bol şeyler giyiyordum gizlemek için. meme utanç vericiydi. reddetmiştim memeleri. regl de olmayacaktım. hatta bi arkadaşımın regl olduğunu öğrendiğimde ondan soğumuştum. neden bilmiyorum ama ona uzak davranmaya başlamıştım. 

erkek arkadaşlarımla hep çok iyi anlaştım. (he klişe he) ilkokulda kızlar haftasonu bale kursunu tercih etmişlerdi ama ben satranç oynayacaktım. çünkü bizim oğlanlarla çok eğleniyorduk. ilköğretim hayatın boyunca ne yaptın diye sorarsan, "koştum" derim. çünkü tenefüslerde bahçeye inip kafayı geriye atarak deli manyak gibi koşuyorduk sağ sola. başka bir bok hatırlamıyorum. bi de biz 8 yıl aynı insanlarla okuduk. sınıf arkadaşlarımız hep aynıydı. birlikte büyüdük. ahahah bak ne hatırladım bi de; bi keresinde öğretmenlere mi ne sinirlenmiştik bi şey olmuştu hatırlamıyorum, çocukları örgütleyip bahçeye inmiştik, protesto edecektik bir şeyi. derse girmeyip bahçede EĞİTİM HAKKIMIZ, SEKE SEKE ALIRIZ! diye tek ayağımızın üstünde sekerek eylem yapmıştık. televizyonda duymuştum bu sloganı. meğer söke söke alırızmış doğrusu:( ben de diyordum ki bu öğretmenler niye gülüyor:( götler :( napiyim öyle biliyodum :( neyse devam ediyorum;

efendim işte durumlar böyleydi. ben erkek arkadaşlarımın yanında giyinip soyunmaktan utanmayacak kadar cinsiyet rollerinden habersizdim. onlar erkek değil, arkadaştı işte. tek fark, onların oturmadan işeyebilecek bir uzuvlarının olmasıydı ve başka bir yerde işemeleriydi. bu da gerçekten büyük bir sorun değildi. 

sanırım o zamana kadar hiç aşık olmamıştım. belki de bu yüzden karşı cinse karşı bu kadar hissizdim. emre altuğ'u saymazsak tabii. kendisi ilk aşkım olur ne yazık ki :p evde hala ona yazdığım aşk mektupları duruyor. sadece evleneceğim adama göstereceğim. 

her şey böyle güllük gülistanlık devam ederken, ben memelerden utanıp bol tarza geçiş yapmışken günü bir gün, bir öğle teneffüsünde camdan aşağıyı izliyordum. muhabbet ediyorduk bir yandan da. haberi gelmişti. 8A'ya yeni bi çocuk gelmiş dedilerdi. Bizim okul dedim ya az kişiydi. kim gelse gitse hemen haberimiz olurdu. işte biri gelmişti, ne bileyim. 

camdan sarkerken kırmızı ayakkabılarıyla futbol oynayan bi çocuk gördüm. daha evvel hiç görmemiştim onu. hemen zeynepi çağırdım. zeynep koş yeni çocuk bu mu dedim. geldi, baktı, he dedi, gitti. teneffüs 30 dakikaydı. 30 dakika boyunca onu izledim. 30 dakikanın sonunda aşık olmuştum. yani bunu sonradan fark edecektim...

zil çaldı. ben sınıf başkanıydım. herkesi sınıfa topladım. öğretmen zilinden evvel tahtaya ders ve konuyu yazacaktım. yazdım. beklemeye başladım. yerime oturmam gerekiyordu. düşünmem gerekiyordu. öğretmen bir an evvel gelmeliydi. çünkü ben terliyordum. kalbim pıt pıt atıyordu, midem bulanıyordu ve bu ilk kez oluyordu. bana ne olduğunu bilmek istiyordum. 

öğretmen geldi. yerime oturdum ve düşünmeye başladım. bana ne olduğunu anlayamadım. izin alıp tuvalete gittim. dönüşte 8A'nın önünde durdum. parmak ucuna yükselerek kapının küçük penceresinden içeri baktım. oradaydı. kırmızı ayakkabılarından tanımıştım. öğretmen ona, kırmızı ayakkabı giyemeyeceğini söylüyordu. yasaktı. öğretmenin adı da nurtendi. 

kimse beni görmeden doğruca sınıfıma geri döndüm. öğretmen bana kızdı geç kaldığım için. bi şey demeden geçtim yerime oturdum. günüm çok kötü geçiyordu... kendimdeki değişikliği algılayamıyordum. ama tuhaf bir şekilde de iyi hissediyordum. 

ertesi gün 8A'daki en yakın arkadaşım olan ece'nin yanına gidip yeni çocuğu sordum. adı ne dedim. mert dedi. ee? dedim, yeni gelmiş dedi. niye dedim, eski okulundan kovulmuş ama bizim okul kabul etmiş dedi. neden kovulmuş dedim, bilmiyorum dedi. banane, adı mert'miş. ece'nin yanından ayrıldım. sınıfa koşup bahçede top oynayan mert'i izlemeye başladım. mert her teneffüs top oynamaya iniyordu. onu bir türlü yakından görüp inceleyememiştim. 

zil çaldığında merdivenlerin başındaydım. oradan geçecekti. ben de ona bakacaktım. mert koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu arkadaşlarıyla. hemen arkadaş olmuştu sınıfındakilerle. sevmişlerdi onu. çok tatlı.

önümden hızlıca geçti. inceleyemedim. sınıfa koştum. ders ve konuyu yazdım tahtaya. 

...

-öğretmenim tuvalete gidebilir miyim?
-senin bu tuvalete gitmelerin de çok oluyor ezgi, hayırdır?
-öğretmenim çişim geldi.
-git gel hemen.
-teşekkürler!

benim bu tuvalete gitmelerim harbiden çok oluyordu. her ders, ama her ders en az bir kere tuvalete gitmek için izin alıyor, dönüşte de 8A'nın kapısındaki küçük pencereden kafamı uzatıp mert'e bakıyordum. cam aynalı gibi olduğu için içerden beni görmüyorlardı. merti gülerken görmüştüm. aman tanrım, diş telleri var! çok zayıf bir çocuktu. incecik böyle. diş telleri vardı. o iğrenç kokan barbourlardan giyiyordu. ayağında tarçın rengi timberland botlar vardı. mert düpedüz çirkindi amk. fare gibi çocuktu. ama aşk çok başka bir şey. zerre umrumda değildi. akşam eve gidip babamı BABA NOLUR BANA TIMBERLAND BOT ALALIM YALVARIYORUM, ALMAMIZ LAZIM, HERKESTE VAR Bİ TEK BENİM YOK diye darlayacaktım. şans bu ya, daha o hafta deneme sınavında okul birincisi olmuştum. bir hediyeyi hak ediyordum doğrusu. 2 gün sonra mertin botlarının aynısından bende de vardı. bu harika bir histi. 

mertin benden asla haberi yoktu. onun için okuldaki herhangi bir öğrenciydim. bunu çok iyi biliyordum. hiç muhabbetimiz olmamıştı. ama ben çok utanmaya başladım. hiç konuşmadığımız göz göze dahi gelmediğimiz halde ondan utanıyordum. onu gördüğüm yerde koşarak bir yerlere kaçıyordum. ve bu arada bana ne olduğunun hala farkında değildim. hiç kimseye söylememiştim merte olan ilgimi. sadece ben biliyordum. 

merti gördüğüm ilk günden sonraki tüm günlerim onu stalklamakla geçti. duvarların arkasından çıkan, pencerelerden dikiz atan, hayalet gibi çocuğun arkasından dolaşan bir manyağa dönüşmüştüm.

ben arabesk çok severim bilen bilir. tek sebebi de merttir. olum çocuk ağır ibocuydu. ben de ibocu oldum. net. evde şarkı ezberliyordum. tarzımız yavaştan şekilleniyordu.

bir haftasonu tripli bir sanat filmindeymişçesine aynanın karşısında kendimi izliyordum. evde annemler yoktu. annemin odasına girip cımbızı aldım ve kaşlarımı almaya başladım. baya baya yoldum filan incelttim. üstümdeki kuru kafalı bir tişört vardı. mert beni kesinlikle böyle beğenmezdi. artık okul gömleğinin içine siyah tişört değil, dekolteli askılı bluzlar giyecektim. memelerimden de artık utanmıyordum. hızla büyümek istiyordum. hemen koca bir kadın olup aşık olduğumu kabul etmek istiyordum.

koskoca bir sene, mertle hiç konuşamadan bitti. gerçekten tam bir sene sadece onu düşündüm. sadece onu takip ettim. hakkında tuhaf tuhaf bilgiler öğrendim. bunları bir deftere yazıyordum.

yıl sonunda 8. sınıflar mezun oldu. mert belki liseye de bizim okulda devam ederdi. etmedi. yeni dönemde bütün lise 1leri teker teker dolaştığım halde onu görememiştim. mert gitmişti. bütün bir yaz tatili benim için işkenceden farksızdı. fakat bunun sonunda yine mutluluk çanları çalmamıştı. merti bir daha göremeyecektim.

su anda düşününce 1 sene boyunca hiç konuşmadığım göz göze bile gelmediğim bir çocuğa nasıl bu kadar aşık kalabildim sıkılmadan bilmiyorum. çok tuhaf.

mert'e karşı hissettiklerim aşkın en saf haliydi diyeceğim gülmezseniz :'(
insan çocukken daha güzel seviyor amınakoyayım.
(gerçi ben şimdi de çok güzel severim)

ben 8. sınıf olmuştum. beril vardı. beril benim ön sıramda oturuyordu. beril çok önemli bir kızdı. çünkü mertle yazlıktan arkadaş olduklarını öğrenmiştim. beril boku yemişti. bundan sonra onunla sadece mert konuşacaktım. öyle de yaptım. beril sıkıldı ve yerini değitiştirdi. göt.

lise sınavlarına hazırlanıyordum. kadıköyde sanatkarlar sokağındaki mef dershanesine gidiyordum. o hafta sabahçıydım. bok gibi bir deneme sınavından çıkmıştım. kafalar düşmüştü. dershanenin yanında bi kafe vardı. ve dershanenin yanındaki o kafede mert oturuyordu. tek başına. bir başına. iyice zayıflamıştı. hala telleri vardı. her zaman yaptığım gibi onu gördüğüm gibi koşarak oradan uzaklaştım. dershaneye geri girdim. sonra lan ben salak mıyım acaba? skerim böyle aşkın ızdırabını gidip konuşacağım diye geri gittim. zaten artık o utangaç kız değildim. sigaraya filan başlamıştım. derslerden kaçıyordum. hafif piçlik vardı bende. neyse, gittim ve mertin başında dikildim. kafasını kaldırıp gözlerini kısarak bana baktı. hiçbir şey demeden oturdum. mert dedim, ben dedim, ezgi dedim. ben dedim senle dedim aynı okuldaydım dedim. ben dedim hala dedim aynı okuldayım dedim. ben dedim sana dedim çok aşıktım dedim. şimdi dedim, seni dedim, burda görünce dedim, söylemek istedim dedim. mert gülümsedi. dur dedim devam ettim, pencerelerden hayvan gibi baktığımı, onun için babama yalvarıp botunun aynısından aldırdığımı, kaşlarımı ilk onun için aldığımı, okula geldiği ilk günden beri ona aşık olduğumu söyledim. mert gülümsüyordu hala. hoşuna gitmişti piç kurusunun. "ehe ne güzelmiş, bilmiyordum." dedi. yalnız dedi, ben dedi, kız arkadaşımı dedi, bekliyorum dedi. o öğlenci, birazdan gelir, bence gitsen iyi olur dedi. çok sinirlendim. ama çok!

tamam ben gidiyorum dedim. ama numarasını da istedim. bana telefonunu ver o zaman çok önemli bir şey daha söyleyeceğim diye kandırdım onu. ama numarayı kaptım. gideyim diye verdi numarayı. yanlış numara vermediğinden emin olmak için de dur çaldırayım diyip çaldırdım bi de ayı gibi. ben merti çaldırırken o kız geldi. kıvırcık turuncu saçlı baya güzel bir kızdı. OHA NOLUYO YA dedi. ben hiçbir şey söylemeden koşarak kaçtım. ne konuştular ne dediler bilmiyorum arkamdan.

ertesi gün merte slm npiosun? tadında mesajlar atmaya başlamıştım bile. çok tuhaf ama mert de bana cevap veriyordı. baya deli gibi mesajlaşmaya başladık. ben her gelen mesajın karakter sayısı katı kadar daha aşık oluyordum merte. her mesajda biraz daha fazla. git gide büyüyordu içimde bir şeyler. felaket bir his. duvarları yumruklayası geliyor insanın.

biz 1 ay kadar böyle mesajlaştık. daha hiç görüşmedik ama hep muhabbet ediyorduk. her şey çok güzeldi. taa ki o telefon gelene kadar. merti sevgilisi benimle mesajlaşırken yakalamış ve her şeyi okumuş. bizim oğlanın ağzına sıçmış. sonra da hızını alamayıp beni aramış.

telefonu mert arıyor zannederek aşırı heyecanlı bir şeklde açtığımda kızın çığlıklarıyla karşılaştım. hiçbir şey diyemeden kızın bağrışlarını dinliyordum. bana küfür de ediyordu. zaten ben anlamıştım diyordu. git kızım git başkasına salça ol diyordu. seni öldürürüm diyordu. ben hala susarak dinliyordum. kız bana konuşsana ya konuş, madem bunları yapacak kadar yüzsüzsün, o zaman verecek bir cevabın da vardır, konuş, söyle dedi.

ben konuşmadıkça kız iyice delirdi. BİR ŞEY SÖYLE diye bağırdı.

ona söyleyecek bir şeyim yoktu ama bir şey sorabildim;

"-sen hiç aşık olmadın mı?"

ben gerçekten de aşıktım ve başka da hiçbir şey umrumda değildi.

kız iyice çıldırdı. bir soru daha sordum;

"-sen aşık olunca da böyle olmuyor mu?"


ben o gün aşkın öyle "gelişine" yaşanacak bir şey olmadığını fark ettim. fakat bugün kendimle gurur duyuyorum. o yaşta aşkıma sahip çıkmışım aslanlar gibi :p hiç vazgeçmemişim. sonuna kadar mücadeleyi koymuşum valla. afferim kız bana.


velhasıl-ı kelam, herkes aynı aşık olmuyormuş. herkes başka türlü seviyormuş. severken enini boyunu öçmek gerekiyormuş. dümdüz aşk yaşanamıyormuş. ve en önemlisi de öyle aaaaşıkım demek herhangi bir şeyin sebebi olamıyormuş.

niye olmuyormuş?

NİYE?






















24 Ocak 2013 Perşembe

.


15 Ocak 2013 Salı

ben çok bencil biriyim.

4 Ocak 2013 Cuma

Terliksiz Bir Gün

arkadaşımın ananesi ölmüştü. onlar katolikti. arkadaşım gelirken siyah giyinmemi söylemişti. giyindim. evlerine doğru yola çıktım.

kapı aralandığı gibi yüzüme ağlaş sesleri, hüzün ve tavuklu pilav kokusu çarpmıştı. neyse ki ben de siyahtım. ayakkaplarımı çıkarana kadar gerçekten kara bir bulut gibiydim, matem evinin bir parçası olabilirdim. evet olabilirdim. olamadım.... olduramadık....

Neden?

...

çoraplarım sanki gökkuşağından kopup ayaklarıma dolanmıştı, sanki güneşten aldığı enerjiyle parlıyordu. belki biraz da peri tozu serpilmişti üstüne. hayatta daha parlak renkli başka bir çorap daha olmadığına eminim. meleklerin ayaklarından çalınmış gibilerdi. sarısı taksi sarısından daha sarı, kırmızısı şehitlerimizin kanıyla boyanan mareşal gazi türk bayrağı kırmızısından daha kırmızı, yeşili kaktüs yeşilinden daha yeşil, moru elizabeth taylor morundan daha mordu.

canım arkadaşım ayaklarıma bakınca yaşlı gözlerle güldü. acı acı güldü. ezgi bi siktirgit dedi ve çalan telefona bakmaya gitti. ama şirin siktirgit dedi yani. şakasına. gerçek siktirgit değil. galiba :/

...

ben evin kızı olduğumu düşündüğüm için arkadaşımın annesi nazan teyzeme tavuklu pilavları dağıtırken yardımcı olmam gerektiğini biliyordum ve evin içinde mutsuz insanlara sürekli "pilav yediniz mi? size ulaştı mı pilav, ayran mı kola mı?" diye sorarak, geziniyordum. salonda attığım her tur, bir siyahlının tebessümü demekti. ayaklarımı gören herkes mutlu oluyordu.

...

nazan teyzem bana o gün terlik giydirmedi.





1 Ocak 2013 Salı

sülükler, peygamberler ve ben

benim annemle babam ben kendimi bilmeye başladım beri çalışıyolardı. önce ablama babannem bakıyodu. çünkü o sıra anneannem hastaydı. sonra babaannem hastalandı. bu sefer anneannem ablamla bana bakmaya başladı. sonra hem anneannem hem de babaannem hastalandı, boku yedik.

artık bize bir bakıcı gerekiyordu....

anneannemin mahallesinde zeliha teyze vardı. sabahları babamlar işe giderken bizi onlara bırakıyodu. akşam da gelip alıyodu. bazen de zeliha teyze bize geliyodu. ve zeliha teyze yalnız değildi.... barbaros vardı. zelihanın oğlu barbaros...

içinde barbar kelimesi geçtiği için mi bilmem, hala bu isimden hoşlanmıyorum.

...

ben küçükken allah için çok tatlı bir çocuktum. üstelik çok da usluydum. kafamı masanın köşesine vurup ağlamazdım. hatta babam parmağımı arabanın kapısına sıkıştırdığında bile ağlamamıştım. morarınca ağlamıştım.

neyse, zeliha teyze bize nasıl bakıyodu hiç hatırlamıyorum. ben çok küçüktüm. zaten altında rahatlıkla kakamı bırakabileceğim bir hazne olan, eski tip bir bebek masasında oturuyodum sürekli. zeliha teyze çişimi kakamı kontrol etmek zorunda kalmamak için beni oraya oturtuyodu. televizyonun karşısında hem yiyip hem sıçıyordum gün boyu.

peki ablam napıyordu? ablam napsın. sürekli barbaros abiden dayak yiyodu. ama ablamı dövmeyi bıraktığı aralar gelip beni öpüyodu çocuk. yani barbaros beni seviyodu, ablamı dövüyodu. bense barbaros kaka mı çiçek mi bir türlü karar veremiyordum.

neyse ki günlerden bir gün babam, barbarosu ablamı döverken görünce bizi zelihanın elinden aldı. bi daha o kadının evine gitmedik ve lanet olası barbarosu görmedik

ablam bu sırada anaokulu yaşına gelmişti. onu okula yazdırdılar. o kurtuldu...

bana da yeni bir bakıcı bulmak zorunda kaldılar.

yine anneannemin mahallesindeki döndü teyzeye gittim bu sefer. döndü teyze sağırdı. yani çok az duyuyordu. ama çok tatlı bir insandı. AMA SAĞIRDI. ve ben de çocuktum. beni hiç yalnız bırakmıyordu ağlarım ederim filan diye ama sağırdı abi. sağır bakıcı mı olur. neden olmaz bilmiyorum ama onunla da olduramadık işte. döndüyü de saldık. döndü teyzemin de bir eteği var hala aklımda gri böyle aşırı çirkindi. ama tatlı biriydi ya. hep iyi hatırlıyorum onu.

...

döndü teyze de yalan olunca bu sefer perihan teyze bana bakmak için gönüllü oldu. perihan teyzenin benim hayatımda çok önemli bir yeri var.

o çok özel biri. çünkü hayatta ilk kafa karışıklığını bana o yaşattı. korkularımla yüzleşmeyi ilk onun evinde öğrendim.

...

perihan teyzem takdir edersiniz ki şişmandı. kocaman damarlı bacakları vardı ve saçları kınalıydı. kına kokusundan ilk onun evinde tiksindim. kına iğrenç kokuyodu. ben çizgi film izlerken o, grili beyazlı ve beline kadar uzanan saçlarına kına yakardı. bugs bunny izlerken buram buram kına soluduğunuzu bir düşünebilir misiniz bir kaç saniye? çok kötü di mi.

perihan teyzem günün belli saatlerinde beni divandan indirip kendi otururdu. o dombili ve damarlı bacaklarının üzerine, boka benzeyen kocaman sülükleri koyar, gezdirirdi. ben hayatımda ilk defa böyle bir şey gördüğüm için korkamamıştım bile. "perihan teyze bacağında 4 tane bok var, neden bacağında boklar var" diye sormuştum. o da;  "gel dokan, sülük bu kız, gel dokan, doktor gibi hayvan bu kız, sülük bu dokan" diye işaret parmağımı çekerek sülüklere dokunmam için beni ölümüne darlamıştı. parmağımın ucuyla sülüklerden birine dokunup çığlık çığlığa evin içinde koşmaya başlamıştım. allahım hayatımda daha iğrenç bir his hatırlamıyorum. eminönündeki sülüklerin gerçekten 4 katı büyüklüğünde kalın boklar gibiydiler. ben çığlık atarak evin içinde panik haline koşmaya başlayınca perihan teyzem heyecanlanıp sülüklerden birini bacağından düşürdü... o ev artık bana haramdı. diğer üçünü su dolu kavanoza geri koyup kalktı. divanın altına baktı. sülük oradaydı. bense en uzak divanın üstünde hala çığlık atıyordum. 4. sülüğü de kavanoza koyup içeri gitti. biraz sakinleşmiştim...

...

benim sevgili anneannem alzaymır olmadan evvel dini bütün imanı bütün, kısaca aşırı dindar bir kadındı. zaten daha sonra beni kuran kursuna da yollayacaktı. her neyse. bana daha o yaşlarda allah kitap peygamber öğretmeye başlamıştı bile. ben bu kavramlardan haberdardım. evet allahımız, peygamberimiz var tabii, muhammed kendisi, evet, islam bizim dinimizdir evet. kuranımız var. üç kere öpüp başımıza koyuyoruz. her şey orda yazıyor, evet... bunları filan aşırı iyi biliyodum.

...

perihan teyzem sülükleri bırakmaya gittiğinde, salondaki o kocaman tabloyu gördüm. bir adam vardı. hatta salonun bi duvarı komple o tabloydu. çok büyüktü. perihan teyzeme bu kim diye sordum. peygamberimiz o dedi. vay be dedim. demek buymuş bizimki... hey gidi. ben senin evlatlığının adını biliyorum; ZEYD! diye içimden geçirmiştim. akşam eve gitmek ve anneanneme peygamberi gördüğümü anlatmak için çıldırıyordum...

sülük, peygamber filan derken ben uyuyakalmışım divanda. babam gelmiş almış beni eve götürmüş filan bi gözümü açtım ki evdeyiz. hemen kalkıp anneannemin yanına gittim ve perihan teyzemin evinde peygamberi gördüğümü söyledim. anneannem şaşırdı. nasıl gördün dedi. baya gördüm peygamber perihan teyzemlerde dedim. ağzıma vurdu. "tevbe de" dedi. "tövbe" dedim. ya anane peygamberimiz yok mu kurandaki. işte onun resmi perihan teyzemlerin evinde dedim. ananem ayıktı. değil o öyle bizim peygamberimiz değil dedi sinirlenerek. öyle dedim. değil dedi. kafam çok karışmıştı. o gece bir sürü kabus görmüştüm. kocaman boklar tarafından boğuluyordum. üstelik bu peygamberin emriydi. sülükler benim kabusum olmuştu. aşırı korkuyordum.

...

ertesi gün perihan teyzemlerin evinde, perihan teyzem ayı gibi uyurken sülüklerin olduğu odaya gittim. çünkü korkularımla yüzleşmem gerektiğini biliyordum.

üstteki bir rafta, kavanozun içinde 4 bok yüzüyordu bana sorarsanız. ama onlar perihan teyzemin sülükleriydi. aklımda tek bir şey vardı... bir daha kabus görmemek için o sülüklerden kurtulmak...

mutfaktan aldığım tabure yardımıyla kavanoza ulaştım. sülük kavanozu elimdeydi. tabi ki gidip perihan teyzemin alaturka tuvaletine döktüm.

sonra içeri gidip divana yattım ve uyuyor numarası yaparken uyuyakaldım. uyandığımda perihan teyzem uyanmıştı ve divanda uzanıyordu. hala ayıkmamıştı. benim de aklıma şu peygamber olayı geldi. PERİHAN TEYZE SANA NE DİYCEM BUNA PEYGAMBER DİYOSUN YA SEN, PEYGAMBER DEYİLMİŞ Kİ BU ANANEME SORDUM. DEYİL DEDİ. KİM BU? diye yine sordum. Perihan teyzem ne demek değilmiş diye sinirlenerek peygamber o peygamberimiz dedi. TEVBE TEVBE de dedi. mırıldanarak öbür tarafa döndü ve uyumaya devam etti.

...

akşam eve gittiğimde anneanneme yine peygamberin perihan teyzemlerde olduğunu, eğer peygamberi tanımıyorsa kuranda yazdığını filan söyledim. anneannem yine çok sinirlendi. peygamber değil o dedi. peygamberimiz değil dedi. ama olayın şöyle saçma bi tarafı vardı ki bence benim kafam da bu yüzden bu kadar karışıyordu. argümanlar sadece peygamber, ve peygamber değil idi. iki taraf da başka bir şey söylemiyordu. eeah skerim yea diyip saldım. yarın perihan teyzeme peygamber mevzusunu tekrar açmayacaktım...

...

sabah perihan teyzemin kapısına kadar gidip geri dönmüştük. perihan teyzem sinirliydi ve bizi eve almıyordu. ben neden olduğunu biliyordum. bir anda aşırı panik olup ağlamaya başladım... ben perihan teyzemin sülüklerini tuvalete dökmüştüm.... o da buna çok sinirlenmiş olmalıydı. arabaya koşup oturdum ve babamın gelmesini bekledim....babam arabaya geldiğinde bana hiçbir şey söylemedi. kızmadı da. bir daha perihan teyzene gitmiycez dedi, olur dedim.

sonra beni kreşe yazdırdılar. sürekli oyun oynadım. resim yaptım. harikaydı. sülük yoktu. peygamber de yoktu. muhtemelen allah da yoktu... oyun hamuru vardı. boyalar vardı.

...

yıllar yıllar sonra öğrendim ki, anneannem perihan teyzeme gidip, çocuğun aklına peygamber sokma, ben ona öğretiyorum zaten diye azarlamış. perihan teyzem de asıl sen çocuğun aklını bulandırma diye atar gider yapmış. perihan teyzemle anneannem küsmüş. beni de o yüzden almamış eve.
...

tabii sonra barıştılar. çünkü bff'tiler. nası küs kalsınlar.

haydi iyi seneler hepinize, muc muc.