29 Aralık 2010 Çarşamba

there is a light that never goes out

anlar

mesela hayatı eski sevgilisi yüzünden hala yoluna girememiş bir arkadaşım yeni sevgilisiyle kavga ederken  önünde durduğu resim, hayatını skertip atan eski sevgilisine aitti ve o, o sırada kavga ettiği için o resmi farketmedi. ben gördüm. çok garipti. biraz üzüldüm.


ya da mesela geçen gün inanılmaz huzurlu bir şekilde arkadaşlarımla otururken oda kapısının çalması, benim kapıya yönelmem ve kim o? diye sorduğum soruyu kapının arkasındaki kişinin sesimi tanıyarak nasıl cevaplayacağını bilememesi ve benim bu durumu farkedip kapıyı açarak, kendisini içeriye almam da garip bir andı. daha da garip olanı ise, çıkarken arkasından kapıyı kilitlerken ki ruh halimdi. aklıma ne metaforlar geldi, anlatamam.

bir de bazen sigaram bittiğinde, 1 kutu kola ve 3 paket sigara siparişlerimi almaya gittiğim anlar çok garip. bunu anlatmam mümkün değil. neresi garip diyeceksin, çok garip ama anlatamıyorum ne yazık ki.


kızın, sevdiği çocuğu başka bir kızla ilişkisini geliştirirken görüyor olması mesela. her gelişimi görebiliyor. ne olacağını hissedebiliyor. ben hissederim diyor. biliyorum diyor ve yapabileceğim hiçbir şey yok diyor.o artık, o kızın bunu biliyorum diyor ve oradan gidiyor. çok üzülüyorum.

hayatımda sürekli heyecan verici şeylerin ve birilerinin olması karşılığında, şeylere ve kişilere duyduğum sıfır heyecan da çok ilginç.

bunları geçiyorum. gereksiz.

26 Aralık 2010 Pazar

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
...İyisi mi,
beni yaktırırsın,
odanda ocağın
üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf,
beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama
biz
o zamana kadar
o kadar karışacağız ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile
zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak iki çiçek açacak :
biri
sen
biri de
ben.
Ben
daha olumlu düşünüyorum
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.

nazim
(18 Şubat 1945)

15 Aralık 2010 Çarşamba

teşekkür ederim

fernando pessoa tavsiyesi için ne kadar teşekkür etsem az. hayatımda ilk defa bir şeyler okurken ağladım. teşekkür ederim.
eleştiri için de, tavsiye için de.
teşekkürler.

insan sıkılırsa
aynı yerde yaşamaktan
ben neden hep aynı
derinin altında
sıkılmadan yaşayayım?

13 Aralık 2010 Pazartesi

hakkında ne söylediler.

internette çok fazla vakit geçiriyorum. bence internette az vakit geçirmek çok mantıksız.

yani 21.yüzyıldayız. bilgi çağı kafaları işte. mesela ben erken yatamıyorum. erken yatınca çok fazla şey kaçırıyomuşum gibi geliyor.yatmadan önce yüz haber sitesi darbesi, 500 stumble, 10dan fazla kişinin blog sayfası ve daha fazlası.
ben bilgi bağımlısıyım. ha şimdi çıkıp da bu sefer diyeceksiniz ki, feysbuktan tivitırdan ve blogdan aldığın bilgi ne? neden vakit geçiriyorsun o kadar fazla. siz anlamadınız galiba. sanırım izlenesi tüm siyasi kimliklerin tivitırı var. anlık bir şeyler paylaşıyorlar. ben muharrem ince' ye bayılıyorum mesela. çok saçma bi tivitır kullanıcısı. ya kemal kılıçdaroğluna ne demeli? tavla oynuyorum diye tivit atıyo. ama saat gecenin 3ü filan. bence aşırı komik şeyler bunlar. peki lady gaga' ya ne diyeceksiniz? biftekli kostümüyle ödül törenine giden bir kadının an be an ne yaptığını takip edebilmek ve o anda bilgisayarın diğer ucunda biftekli bir kadın olduğunu bilmek çok fazla heyecan verici değil mi? bence öyle. dünyada sürekli bir şeyler oluyor. hepsini bilmek hakkım ve erişebileceğim kadar erişirim.
üstelik bana çok fazla çekici gelen şey, su anda dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir aletin karşısında herhangi renkte, herhangi bir dili konuşan, herhangi bir cinsiyette, benden yüz milyon kere daha farklı ortamda büyümüş ve farklı kültüre,dine, etiğe, hukuka sahip birisi var. netvörkümün diğer ucunda. ona eminönünden "naber?" diyebilmek çok çılgınca değil mi? su anda bunu yapabilen canlı, yüzyıllar önce hayvan kovalıyordu yemek için. anladın mı?

bir de feysbuk gelmiş geçmiş en mantıklı şey olabilir. simdi cıkıp da burda anlatamicam çok gizli oldugu için ama mesela fikir vermesi açısından söyleyeyim, biz bir tez üzerinde çalışıyoruz. onu hazırlamak için feysbuk kafalarını emmeliyiz. reelde ulaşabileceğimden bir milyon kat daha fazla insana ulaşabiliyorum.hatta tezimle ilgilenmesine bile gerek yok karşımdaki adamın. çünkü fotoğraflarını, ilgilendiklerini ve hangi liseden mezun olup, hangi okulda okuduğunu görebiliyorum. atıyorum hafızaya. işler çok kolaylaşıyor.
peki internet üzerinden çok farklı bir dilin oluştuğunun farkında mısınız? ben farkındayım. internet üzerinden dönüşen bir şeyler var. bence evriliyoruz. ve mesela bunu hissedebilmek oldukça ilginç bir şey. büyük kıyak da diyebiliriz.

bence bulunduğumuz noktadan itibaren insanın gelişimi, insanın karşısına çıkan dataları beyninde süzüp, günlük hayatta da maksimum verimle kullanabilmesiyle doğru orantılı olarak sağlanacak.öyle de oluyor.

bir de çok alakasız ama bunu da söylemeden edemeyeceğim; blogumu okuyup "ay o öyle değildi ki şöyleydi, aman şunu yanlış yazmışssın, biz o gün şunu yapmıştık aslında, şunu da eklesene, bunu da koysana, beni de yazsana" filan diyen herkesi kınıyorum. buraya her şeyi olduğu gibi yazacak olsaydım, yemin ederim hiç heyecan verici olmazdı. keza burası benim hislenip hislenip gece yarısı karşısına geçip o gün neler yaptığımı yazdığım genç kız günlüğü değil.bazen hissetmediğim şeyleri hissediyormuşum gibi yapıp, insanları kandırmayı seviyorum.
bir şeylerin içinden başka bir şeye yer açmayı hiç beceremiyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

benim hiçbir zaman sevgilim olamayacak

benim hiçbir zaman sevgilim olmayacak.

bireyler, kendilerini ait hissettikleri gruplara olan üyelikleriyle tanımlarlar ve birer kimlik edinirler. dolayısıyla hayat çok zor.

arkadaşlarımız ile olan etkileşimlerimiz sayesinde kimliğimizi geliştiririz. benlik, sosyalleşerek şekillenir. bu kadar akademik giriş yeterli diyor, bana bana, ezginize geliyorum,

çocukluğumdan beri etrafımda arkadaşım dediğim insanların çoğu karşı cinstendi. üniversiteye geldiğimde erkek arkadaşlarımın sayısı kız arkadaşlarımın sayısının bin katına çıktı. şu anda okulumun son senesindeyim. açıkçası iğrenç bir grup olduk. çok eğleniyorum, aşırı mutluyum, hep güleçim, hep şenim fakat benim hiç sevgilim olamıyor. bu gruptan sıyrılmadıkça da olamayacak. sıyrılmak istiyor muyum? hayır. sevgili istiyor muyum? evet. bu bağlamda sorunumuzun çok ama çok büyük olduğunu belirtmeme gerek yok.

şimdi neden bir sevgilim olmadığı konusuna geleceğim.
bir arkadaş grubu düşünün; iki kız ve onbir erkek olsun içinde. bu iki kızdan bir tanesi ben olayım. ki benim zaten. diğeri de ayşegürt.
ayşegürt'ü yakın zamanlarda yakışacaklarını düşündüğüm bir arkadaşımla tanıştırdım. birbirlerinden az çok hoşlandılar. belki de birlikte olacaklardı ve hatta belki de çok mutlu olacaklardı. böyle ihtimaller vardı,evet. ta ki o telefon görüşmesine kadar... çocuk ayşegürtü daha ilk kez aramış, telefonda konuşuyorlar. herhangi birisinin odasındayız. ayşegürt telefonda heyecanlı. arkada 11 erkek var. ve hepsi ayı gibi bu telefon konuşmasını provoke ediyor. kapa artık yeter, kim lan o çocuk, kimle konusuyosun, hadi gel aysegürt senin sevgilin benim tipi iğrenç ve sığ laflarla telefonun diğer ucundaki yakışıklıyı ve ayşegürtü tribe sokuyorlar. çocuk noluyor diyor, ayşegürt "özür dilerim, arkadaşlarım:(" diyor ve telefonu kapatıyorlar. ilişkileri daha fazla gelişemiyor.

birisiyle buluşacaktım. aylar sonra hayatıma yeni birisi girebilirdi. buluşmaya giderken, çocuk hakkında edinilmesi gereken en gereksiz bilgiler edinildi. dalga geçilecek bir sürü şey bulundu. o kadar çok dalga geçildi ki, buluşmaya giderken çocuktan daha buluşmadan soğumuş olduğumu farkettim. buluştuk, evet gerçekten de soğumuştum. kulağımda sürekli "ahu ahu ahu" gülüşleri yankılanıyordu. çocuğun veda busesine karşılık vermek için ihtiyacım olan enerjim emilmişti. okula geri döndüm. 11 ayının yanına gittim. "sizden nefret ediyorum" dedim. güldük. takıldık, yattık uyuduk.
aradan biraz zaman geçtikten sonra birisiyle sanal yollarla iletişime girmeye başladım. uzun bir süre sonra bir erkekle mesajlaşıyordum, evet yine mutluluk çok yakınımdaydı. kafamı okşayacak birisi girebilirdi hayatıma. ancak ne var ki, bu 11 ayı yine provokasyon çalışmalarına başladı. her mesaj geldiğinde, "kim attı lan kim attı, kimmiş lan kimmiş, ne diyo" diye sorular soruldu. cep telefonum benden çalınarak mesajlarım okunmaya çalışıldı. "kimmiş o çocuk, neyin nesiymiş" dendi. "olum bi rahat bırakın, belki sevgilim olur" dedim, "ezgi, olmayacak, sen de biliyorsun, boşuna yorulma" dendi. "sizin yüzünüzden olmuyo lan" dedim. "eveeet ahahahah" dendi. üzülüyordum.
çocukla romantik bir telefon görüşmesi yapıyorken, hırpalandım, dayak yedim, telefonu kapatmam için ellerinden ne geliyorsa ardlarına koymadılar. çocuk işkillendi. "işin var galiba sonra konuşalım" diyerek telefonu kapattı.ondan sonra fazla aramadı.

çocukla buluşmaya giderken, "iğrenç görünüyosun, bence buluşma" dediler. boynumu büktüm. bence güzeldim lan. niye öyle dediniz? ama sonuçta iğrenç göründüğüm söylendiği için pısıp gitmedim, okulda kaldım. takıldık, güldük, eğlendik ve uyuduk.

11 erkek ve 2 kızdan oluşan bir grubun içinde kız olmak gerçekten çok zor. su anda 11 tane sevgilim varmış gibi ama hiç de sevgilim yokmuş gibi hissediyorum. gün içerisinde 11 erkekten en az 7 tanesi tarafından aranarak an be an ne yaptığımı ve koordinasyonlarımı bildiriyorum.bildirmek zorundayım.

-alo nerdesin?
-kütüphanedeyim
-napıyosun?
-ders çalışıyorum
-ne zaman bitçek
-bilmem
-ayşegürt orda mı?
-evet.
-tamam hadi bay bay.
 
resmen gün içinde izleniyor ve kontrol ediliyoruz. ayşegürtle başka insanların yanına gitmeye çalışırken engelleniyoruz. hayır, gidemeyiz. gidemiyoruz. kalıyoruz. takılıyoruz, gülüyoruz, yemek yiyoruz, yatıp uyuyoruz.


burada günler böyle geçerken, ben düzenli olarak ağdacıya gitsem, kaşlarımı aldırsam, makyaj yapsam kime yarar, neye yarar? hiçbir boka yaramıyor açıkçası, ben söyliyim.

bu 11 ayının gözünde aseksüel canlılar olmaya başladığımızı farkettiğimiz zamanlarda kuaföre gidiyoruz. kuaförden çıkıp hepsine teker teker nasıl olmuşuz diye soruyoruz. beğeniliyoruz. "oha giderli olmuşsunuz lan" diyolar. bu tabire sinirlenmek yerine seviniyoruz. bu noktaya gelinmiş yani. sıkıntılı.
açıkçası çirkin kızlar değiliz. hatta bence baya güzeliz. ortalamanın üstünde olduğumuz en azından, kesin bir şey. ama gelin görün ki olmuyor olamıyor.

bi de şu yanından bakalım; birisiyle birlikte olduğumda, o adamla görüşebilmek için okuldan çıkmam gerekiyor. ben okuldan dışarı adımımı attığım anda telefonum çalıyor. "ezgi gelsene hede hödö yapıcaz" deniyor. ve ben hedehödö yapmayı çok seviyorum. ama çocukla buluşmam gerekiyor. aklıma aşırı eğleneceğimden emin olduğum ama kaçırdığım bir şeyi sokup, tüm gün beni üzüyorlar. benim dışımda gerçekleşen bir eğlenceyi kabul edebilmem mümkün değil. edemiyorum. birisiyle buluşmak demek, eğlencesi garantili herhangi bir şeyi kaçırmak demek oldu. kaçırmak istemiyorum. of, yine darlandım. hayatım gerçekten çok zormuş benim. üzüldüm.

şimdi de olayın bir de iyi yanına gelelim, bir tane bile sevgilim yok. ama 11 tane sevgilim var. sevme tarzları biraz farklı. vurdulu kırdılı sevgi gösterilerinden hoşlanıyorlar, güzel söz söylemeyi bilmiyorlar, nazik davranamıyorlar. ama sevgilerinden şüphe duymuyorsun, duyamıyorsun. yanlarındayken nasıl göründüğünün bir önemi olmadığını biliyorsun. çocuk scooterımla, güllü dallı pijamayla, yakası yırtık tişörtle, dağınık saçlarla yanlarına gittiğinde yadırganmıyorsun. güzel giyindiğinde de, en varoş halinle de aynı muameleyi görüyorsun. bence bu iyi bir şey. kötü değil en azından. ne bileyim.
belki de bu aşırı sevdiğim, dünyanın en sevimli ayıları yüzünden tüm ilişkilerim ayrı ayrı birer "feyıl" oluyor 

velhasılı kelam diyorum, allahım diyorum, ne zaman diyorum, ne zaman! benim diyorum, bir diyorum, sevgilim diyorum, olacak diyorum.

11 tanesi hep bir ağızdan,

"senin hiçbir zaman sevgilin olmayacak"

diyor.

kalbim kırılıyor.

5 Aralık 2010 Pazar

2 Aralık 2010 Perşembe

pamuktan bir ev.

insanın varoluşundan daha büyük bir mesele yok. "mesele" güzel kelime değil mi? büyük ünlü uyumuna da küçük ünlü uyumuna da uyuyor.hayır, sanki çok önemli. bize ne, isterse uymasın. hatta keşke uymasa. o zaman daha güzel bir hikaye olurdu.
demişken aklıma şu geldi, mesela birilerine bir şeyler anlatıyorum ki hep anlatırım, hikayenin sonlarına geldiğimde, hikayenin gerçek sonundan daha çarpıcı bir senaryo beliriyor gözlerimin önünde. of böyle olsaymış inanılmaz olurmuş diyorum ama gerçek sonunu anlatıyorum hikayenin. sonra da neden aklıma geleni yaşayamadığıma üzülüyorum. keşke onu yaşayabilseydim.
hayatımın en marjinal kararı. şimdilik uygulamada da bayağı iyi sayılırım.
yaşamadık ve görmedik şey bırakmak istemiyorum. "hayatta yapmam" dediğim şeylerin listesini çıkardım desem yalan olur, çıkarmadım. ama mesela birisi hadi diyor, durup bir bakıyorum, ben bunu yapar mıyım yapmaz mıyım diyorum. hayatta yapmam lan diyorum ve yapıyorum. bu beni inanılmaz iyi hissettiriyor. bence denenmeli.çünkü çok iyi hissettiriyor.

geçenlerde hayatımın en kaliteli konuşmasını yaptım. o kadar kaliteliydi ki, çok çok tatmin oldum.
karşımdaki adamı söylediklerimin dışında söylemek istediğim başka hiçbir şeyin olmadığına inandırdım ve işte gerçek; hakkaten de söylediklerimin dışında söylemek istediğim başka hiçbir şey yoktu. insanlarla iletişim kurarken esas alacağım tek şey bundan sonra bu. dolaylamasız, direkt cümleler ve muhteşem kaliteli bir diyalog.

fakat bu netlik, "her şeyin" netlik kazanmış olduğu anlamına gelmez. söylediklerim sadece ona söyleyebileceklerim kadardı. bazen öyle garip bir şey oluyor ki, senden başka kimseye söyleyemiyorsun bir şeyleri. çünkü ağzından çıkanları kulağın duymuyor. oha diyorsun ya oha, ben bunu söylemek istemedim ki.
ya da mesela söylüyorsun, ama o anlaması gerektiği gibi anlıyor ve yine kaliteyi bozuyor. hiçbir şey yapmadan anlaşabilmeyi çok isterdim.

bazı şeyler var. tamamen bana dair ve benimle ilgili.